'' Kafesinden kaçmış birer kartal gibi, hiç yorulmamış ve aç kurtlar gibi, amansız bir Sayan dağı fırtınası gibi geldiler üstümüze prensim. Son askeriniz de orada can verdiğinde ve son bayrak da toprağa düştüğünde, onlar hiç arkalarına bakmadan ve sanki hiç savaşmamış gibi sürdüler atlarını bozkıra. Prensim soruyorsunuz nasıl durdurabiliriz diye? Efendim, onlar (TÜRKLER) durdurulamazlar."
(Çinli komutan Ho-Tsun'un Çin prensine hitaben yazdığı mektuptan alıntı)

“Bismillah ve ali berekatü Resulullah, Kabza, Cebrail Aleyhisselâm eliyle Hak Teala'nın emriyle, cennetten çıkıp, evvela Âdem Aleyhisselam'a verildi, ondan sonra, Sultan-ı Enbiya, Peygamber Efendimize verildi. Onun izni şerifiyle Sâd Bin Ebî Vakkas pirimiz oldu. Ondan, sahabe birbirine verdi, oradan ustalar aldı, benim ustam da bana emanet etti, ben de emaneti sana teslim eyledim. Fîsebilillah, niyet edip gaza niyetine ok at, talip olan kabza aşıkına bu minval üzere, hayır ve dua ile teslim edersin.” ( küçük kabza merasimi duası )


20 Mart 2008 Perşembe

ISLIK ÇALAN OKLAR - Türk Mitolojisi -

ISLIK ÇALAN OKLAR :

Sıçan yılında (1204),yazın birinci ayının on altıncı gününde, atlarının üzerinde iki ordu karşı karşıyaydı Cungarya'nın doğusunda.Aygır kuyruğundan tuğlarını her taraftan gözüksün diye mızrak uçlarına asmışlardı.Kara boğa derisinden gür sesli davullar çaldı.Şeftali ağacından oklar terkilendi.
Naymanlar ile Moğollardı bu iki ordu.Cengiz, Büyük Han olmamıştı daha, Temuçin diye bilinirdi.Naymanlar tükenmemişti; Moğollar palazlanmamıştı. İşta bu anda, ordunun hanı, bir tarlafaresi kadar iyi bilmeliydi bozkırı;yıldırım hızıyla emirler vermeli, ok hızıyla uygulatmalı, toprağı süpüren rüzgar gibi sinsi ve karşı konmaz bir taktiği olmalıydı.
Temuçin, düşmanın sayısını kastederek, "Çoğun fazlası zararlı olduğu gibi, azın eksiği de zararlıdır" dedi ve Orhun Irmağı'nı geçip Nahu kayalıklarına doğru tırısa kalktı.Moğollarn Gizli Tarihi'nde yazan emir şöyleydi:
"Biz, sık çayırlık tarzında yürüyeceğiz,/ Deniz düzeninde tertipleneceğiz,/ Burgu usulüne göre saldıracağız."
Bozkırda taktik tek başına kafi gelmez.Bu amansız tabiatta, cesaret, içgüdü, insanın arkaik zamandan kalma tepkileri ve korku başroldedir.Çok güçlüysen korku salabilirsin, bu zor olmaz.Ya da çok güçlüyü korkusuzluğunla yenebilirsin.İşte Orta Asya'nın büyük hakanları ve imparatorları bunu becermiş, insanın en temel ve derin güdülerini dev bir ölüm ve korku canavarına dönüştürebilmiş liderlerdi.Bozkırın psikolojisi böyleydi.
Naymanların başı , Tayang-han, yanındaki Camuha'ya sordu:
"Koyun sürüsünü ürküterek ağıla kadar kovalayan kurt gibi saldıran bu adamlar kimlerdir?" "Alınları bakırdır.Burunları mıknatıstır.Dilleri zımba gibi.Yürekleri demirdir.Kamçıları kılıçtır.Onblar çiğle beslenir.Rüzgarla uçarlar.Savaş günlerinde insan eti yerler.Hareket öncesi insan eti biriktirirler.Şimdi onlar zincirlerinden boşanmış ve zapt edilemez halde, tükürüklerini saçarak neşe ile ileri fırlamışlardır.
" Bozkırda sonsuza kadar kaçamazsınız.Kovalayan atlı, Mançurya'dan başlasa Kırım'a kadar gider.Yıllar sürsede bulur ve yok eder.Bu sürek avı, yok etmek içindir, yenmek için değil. "Mesafenin sonuna kadar, derinliğin dibine kadar" der bir atlı savaşçı diğerine, dostluğunun sınırını anlatmak için.
"Sıçan olarak toprağı delip yerin altında kaybolurlarsa kürek olup toprağı kazıp onları takip ederler.Balık olup denize dalsalar bile ağ olup onları çekip çıkarırlar.Boynu kementli vahşi at gibi, okla vurulmuş geyik gibi kanatlanarak göğe uçsalar, Tanrı'ya çıkmak isteseler atmaca olup onları yakalarlar.
" Step savaşçısı kincidir.Temuçin gibi konuşur:
"Erkekçe intikamla Merkit halkının ciğerlerini parçaladık.Yataklarını boş kıldık, nesillerini yok ettik." Savaşa kalkıştınsa yeneceksin yoksa yok olursun, savaşmıyorsan itaat edeceksin.Temuçin'e daha henüz cılız sayılırken itaat etme kararı alan Kokonaur boyu ileri gelenleri, ona şöyle dedi: "Biz seni Han yapmak istiyoruz.Temuçin, sen Han olursan biz, Düşmanlara karşı öncü olarak yürürüz/ Onların en güzel/ Kadın ve kızlarını,/ Saraylarını, devlet ve uluslarını, /Güzel yanaklı kadın ve kızlarını,/ Güzel bacaklı beygirlerini /Dört nala koşturarak sana getiririz."
Oklar savrulmadan önce, mızraklar gövdeleri deşmeden, atlar birbirine şahlanmadan önce, yürekler çırpışır uzaktan.Tayang-han korkmuştu.Guçuluk-han, babasını suçluyordu, hatta aşağılıyordu: "Gebe bir kadının su döktüğü yere kadar bile çıkamayan, tekerlek yüksekliğindeki buzağının otladığı yere kadar bile gidemeyen..." Temuçin; anası Ho'elun'un insan etiyle beslediği, günde üç yaşlık bir öküzü yiyen, üç kat zırh giyen, üç öküzle çekilen arabaya binen, bir adamı teçhizatı ile yutarsa boğazına bir şey olmayan, bir adamı yutmakla gönlü dolmayan Moğol hanı, çarpışmayı kazandıNaymanları imha etti. E.Canetti, Kitle ve İktidar adlı eşsiz yapıtında, "Moğollar insanları, hayvanları katlettikleri gibi katletmişlerdir" der. "Çldürmek onların üçüncü doğasıydı , tıpkı at binmenin onların ikinci doğası olması gibi.İnsanları katledişleri bir sürek avıydı.Savaşa gitmedikleri zaman ava giderleri."

DOKUNULMA KORKUSU
Bozkıra sonra tekrar gideriz, şimdi bir an için bugüne dönelim; hatta sokağa çıkalım, otobüse, vapura binelim ya da sinemaya gidelim (futbol maçına değil ama).Canetti, dokunulma karşısında duyduğumuz tiksinti ve korkudan söz eder.Sokakta, orada burada, yabancı bir elin vücudumuza değmesi bizde büyük bir gerilim yaratmazmı? Basit bir "pardon" tüm gerginliği yok eder.Ama özür dilenmezse, müthiş bir öfke bir süre tüm benliğimize yayılır.İşte insan bu dokunulma korkusundan ancak kitle içinde kurtulabilir der Canetti.İnsan, kitleye katılmayı arzular.Futbol maçına gitme, taraftar olma, kitleye katılmanın en yaygın yoludur.Bırakın dokunmayı, gol olduğunda herkes birbirinin üzerine çıkar, kitle daha da bütünleşir.Tribünde herkes eşittir, patron ya da işçi, yaşlı yada genç, hepsi aynı kitlenin bireyidir. "Ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik!" Basit bir metafor, rastgele bir tezarühat değildir bu, bütün kitlelerin oluşturduğu ortak duygudur:Ölümüne savaş! Kitle duygusunun en yüksek hissedildiği noktada, ölmemek için öldürme hissini yaratır ya da anımsatır.Futbol, insanın ihtiyacını zararsız bir şekilde verir, yoksa kitlenin korkunç bir güruha dönüşme olasılığı vardır.Holiganizm, Sivas'ta Madımak Oteli'ni yakanlar gibi. Dokunma, hayvansı bir geçmişi anımsatır sanki.Vahşi hayvanlarda ya da insanın vahşi zamanlarında, bilinmedik bir elin dokunuşu, hayatın sonu olabilir.Kitle halinde kaçan antilop sürüsünün içinden birine avcı hayvanın pençesi yetiştiğinde, bu onun için ölüm dokunuşudur.Hayvanlar yavruları ve eşleriyle yuvarlanarak oynaşmayı sever ama bilinmedik bir pençenin (genellikle arkadan ve habersiz gelir) aniden bedenine el atabileceği korkusu da zihinden hiç çıkmaz. "Kitle, korku durumunda bir arada kalmak ister" der Canetti.Kitleyi oluşturanlar, akut bir tehlikeden yalnızca arkadaşlarının yakınlığıyla korunabileceklerini hissederler.Özellikle kaçışlarının ya da koşuşlarının yönünün aynı olmasıyla kitle olmuşlardır.Birlikte kaçan hayvanların ortak inancına sahiptirler.Kendilerini yalnız hissetmedikleri, her bir hayvan (ya da insan) diğeriyle aynı şeyi yaptığı sürece paniğe kapılmazlar.Panik, kitlenin ölüm darbesini aldığı andır.Tıpkı bir orduda olduğu gibi.

BOZKIRDAKİ OİDİPİUS
Hun imparatoru Mete Han'ın başardığı da bundan başka bir şey değildir.Ordu, insanların yapay biçimde bir araya getirilmesinden oluşur, doğası gereği bu kopukluğun giderilmesi gerekir.Emir, bu insanlardan bir kitle oluşturmayı amaçlar.Bunu en iyi yapan korkuyu yok eder ve eşsiz bir orduya sahip olur.Mete'nin öyküsü , bozkır psikolojisinin, baba-oğul düşmanlığının, korku gibi en zayıflatıcı içgüdüden muazzam bir kuvvet yaratmanın öyküsüdür. Mete'nin (Bir yanlış okuma yüzünden Türkiye'de böyle tanındı, asıl adı Bahadır ya da Batır'dır) babası Teoman (Onun asıl adının Tuman yani Duman olduğuu sanılıyor) çok sevdiği bir hatun vardı.Bu hatun kendisine yeni bir erkek çocuk doğurmuştu.Teoman , büyük oğlunu yok ederek , bu çocuğu veliaht yapmak istiyordu.Mete 'yi Yüe-çilere rehine olarak gönderdi.Mete, ordusunu toplayarak Yüe-çilere saldırdı.Ve asla yetişilemeyen atına atladığı gibi yurduna döndü.Babası Teoman sevinir gibi göründü ve bu bahadırlığının ödülü olarak on bin atlı tümenin konutasını verdi. Mete ıslık çalan bir ok icat etti. Atlı askerlerine "Ben nereye ok atarsam, sizde vızıltıyı duyup o yöne ok atacaksınız" dedi. Kim yapmaz ise onun başını keseceğinide bildirdi. Mete ıslık çalan okuyla askerlerini eğitmeye başladı. Avda, ormadna, çölde talim veriyordu.Bir ara döndü ve ünlü aygırının karnına bir ok attı. Buna uymayanların başını oracıkta kestirdi. Sonra çok sevdiği karısına bir ok attı.Yine tereddüt edenler oldu.Onların başınıda vurdurdu.Bu ürkünç sınavlardan geçen ve aynı acımasız benliğe sahip binlerce askerden müthiş bir ordu oluşmuştu. Çok sevdiği başka bir atına, ok atmada tek bir asker bile tereddüt etmedi. Mete bir gün babası ile ava çıktı. Vızıldayan okunu babasına attı.Askerler de ardından Teoman'ı delik deşik etti.Bundan sonra üvey annesini ve kardeşini, babasının tarafını tutan komutanları ortadan kaldırdı. Ve kendisini "Şan-yü" ilan etti. Çin'in küzeyindeki ilk büyük bozkır imparatorluğu kurulmaya başlıyordu.İsa'nın doğumundan iki yüz yıl önceydi. Bu öykü, Çin'in ilk resmi tarihi sayılan "şih-çi" 'de anlatılır.Tarihçilerimizin Büyün Hun dediği Hiyunğ-nu İmparatorluğu'nun kuruluşudur. Baba öldürme, Freudcu Oidipus kompleksinde cinsel dürtülerle izah edilir. Türk mitolojisinde ve Orta Asya'da ise bir bozkır psikolojisidir. Oğuz Destanı'nda da vardır.Kırgız destanlarında da.Alman-Bet, babası Kara-han'ı , Oğuz Destanı'nda olduğu gibi Müslüman olmayı reddettiği için öldürür. Kırgızların diğer destanı Manas'ta Manas Han , babası Yakup Han'ı töreye karşı geldiği için öldürmek ister.Buradaki baba da Teoman gibi "entrikalar" çeviriyordu.Manas Han 'ın oğlu için, ak sakallaı bir ihtiyar çıkıp gelir ve "Bu oğlan kendi elleriyle kendi babasını öldürsün.Bu kadar korkunç bir er olsun!" der. Bozkırda hükümdar olmanın, kendi askerlerine ve komşu hükümdara korku salmanın psikolojisi bu olmalıdır.Atını, karını, hatta babanı öldürmek. Mete'nin ve Cengiz Han'ın ordusu, kitle olmanın mükemmel örnekleriydiler.Ateş gibi hızla yayılan,bulaşıcı, yıkıcı ve arsız.Deniz dalga gibi dalga dalga, ritmik ; su damlalarından oluşan muazzam , tek bütün bir kütle.Tüm oklar bir yağmur gibi yağmalı.Sağanak gibi sayısız, arka arkaya ve hep birlikte.Hitle, buğday başakları ya da Cengiz Han'ın çayırları gibi rüzgarla birlikte aynı yöne eğilir, koşar gibi; tek bir sap bile buna direnmez. Ve rüzgar, tüm solukların tek bir yöne üflemek için birleşmesi gibi kitleyi simgeler. Kitle, rüzgar gibi, gözünmez bir kırbaca dönüşür.Vahşi bir kalabalık gibi kükreyerek gelir rüzgar, sanki görülemeyenler dünyasının ordusu gibi. Mete'nin ıslık çalan oku işte bunu başardı.Ucuna delik açılmış kemik takılan ok, Osmanlı ordusunda da kullanılırdı.Adına "çavuş oku" ya da "kılavuz" denir ve işaret fişeği işlevi görürdü.Mete , bozkırın korkusunu bu okla yendi ve onbinlerce atlıdan , tek bir ıslıkla ateş, deniz, yağmur ve rüzgar gibi görkemli bir kuvvet yarattı. Islık kesilince rüzgar da dindi.

Kaynak : (*)Moğolların Gizli Tarihi ,Çeviren:Ahmet Temir,TTK (3.baskı),Ankara 1995 Yazı: Atlas Dergisi Kasım 2000 sayısından alıntıdır.

Türk Menzil Okçuluğu, Yay ve Okları

- Türkiye' de böyle bir araştırmanın yapılması beni çok sevindirdi, okçuluk tarihimizi hep dışarıdaki insanlardan öğrenmekten bıkmıştım artık.
- Prof.Dr. Atila Bir hocama gönderdiği bu değerli bilgilerden dolayı çok teşekkür ederim.

Not : Yazıların arasındaki figür ve resimler ilave edilecektir.

- ORJİNAL DÖKÜMAN (Türk Menzil Okçuluğu, Yay ve Okları) ... >>> (Free User' a basın, 55 saniye sonra download' a basıp dosyayı bilgisayarınıza indirebilirsiniz.)

Türk Menzil Okçuluğu, Yay ve Okları [1]

Atilla Bir*, Mustafa Kaçar**, Şinasi Acar***

Giriş

Arkeolojik buluntular okçuluk tarihinin, tarih öncesi döneme kadar uzandığını ve bu silahın yeryüzünde çok yaygın olduğunu kanıtlar. Mağara resimlerinde, savaşan ve yırtıcı hayvanları avlayan okçuların tasvirlerine rastlanır. Yay, ok, at ve çadır, Asya steplerinde yaşayan göçer Türk kavimlerinin günlük yaşamında önemli bir rol oynamıştır. Yay ve oklarla teçhizatlı bu kavimler, Göktürkler, İskitler, Avarlar, Moğollar ve Tatarlar gibi, at sırtında yaşar, göç eder ve avlanırdı (Şekil 1).



Şekil 1- Göktürk atlısı.

Erken Osmanlı döneminde, yay ve ok ordunun kullandığı en etkin silahtı. Ancak 16. yüzyılın ortalarından itibaren ateşli silahların güvenirliliği arttıkça, Osmanlı ordusunda geleneksel yay ve okların yerini gittikçe daha etkin hale gelen tabanca ve tüfek almaya başladı. Ne var ki okçuluk, Türklerde terk edilmeyerek önemli bir spor dalı olarak 20. yüzyılın başlarına kadar uygulanmaya devam edildi.



* * * 1 *



Kuralları, seçimle başa geçen yöneticileri ve kayıtlı çok sayıda üyesiyle Osmanlı okçular dergâhı, tarihteki en eski spor kulüplerinin arasına girer. Okçuluk sporunun en önemli özelliklerinden biri, hiçbir ayırım yapmadan çeşitli sınıftan insanları eşit koşullarda bir araya getirebilmesidir. Okçuluk tıpkı hat sanatı, şiir ve müzik gibi eğitimli bir kişinin günlük meşguliyetleri arasına girer ve çok sayıda Osmanlı sultanın temel faaliyet alanını oluşturur. Osmanlı sultanları okçular dergâhının kurucusu, koruyucusu ve destekleyicisidir (Şekil 2).

Şekil 2- Sultan II. Murat (1421–1451), şehzade olarak, elçilerin önünde ok atarken (Hünername Minyatürleri ve Sanatçıları, Yapı-Kredi yay. İstanbul 1969).

Dergâh, okçuluğun uygulandığı ve müsabakaların yapıldığı bir tür kulüp niteliğindedir. Okçular dergâhı, cami ve ek tesisler İskender Paşa tarafından (ölümü 1515) Sultan II. Bayezid (1481–1512) döneminde inşa edilmiştir. Silahtar Mustafa Paşa 1639 yılında Sultan IV. Murad’ın emriyle dergâhı tamir eder ve genişletir. Sultan II. Mahmud döneminde dergâh yeniden tamir edilir. Bir avlu etrafında gelişen yerleşim, bir cami, Hünkâr köşkü, müze ve kütüphane görevi üstlenen meydan odası, şeyh dairesi, mutfak ve hizmet odalarından oluşurdu. Sultan, devlet erkânı ve yabancı ülke elçileri, müsabakaları sultan köşkünden izlerlerdi (bak Şekil 3 ve 4).[2]

* * * 2 *

Hizmet Odaları
Mutfaklar
Hünkâr Köşkü
Hazire
Şeyh dairesi
Meydan Odası
Namazgâh
Helâlar



Şekil 3- Okçular dergâhının Halim Baki Kunter tarafından çizdirilen yeniden tasarımlama planı.


Şekil 4- Dergâhın Carl Gustav Löventhilm tarafından 1820 yıllarında çizilmiş resmi. (Engin Yenal, Bir Zamanlar Türkiye, Bir İsveç Elçisinin 1820’lerdeki Türkiye Albümü, Yapı Kredi yay. İstanbul 2003).

* * * 3*

Osmanlı döneminde hedef ve menzil olmak üzere farklı iki tür atış yapılırdı. Geleneksel hedef atışları, av hayvanlarını ve düşmanı vurmayı amaçlardı. Hedef olarak içi talaş ya da pamuk çekirdeği doldurulmuş torbalar kullanılırdı ve bununla bir okçunun hedefi vurma kabiliyetini geliştirmesi beklenirdi. Menzil atışlarında ise, okun mümkün olabilecek en uzak mesafeye atılması amaçlanırdı. Osmanlı İmparatorluğunun pek çok yerinde menzil atışları yapılabilecek alanlar vardı; ancak, bu alanlar hedef atışları için de kullanılmaktaydı.

İstanbul’da atış alanı olarak kullanılan Okmeydanı, şehrin fethinden kısa bir süre sonra Sultan II. Mehmed’in (1451–1481) emri ile bağımsız bir vakıf olarak tesis edilmiştir. Vakfiyesinde atış alanının, asker ve siviller tarafından ok atışları için kullanılabileceği ve sefer öncesinde toplu ibadetlerin burada yapılabileceği ifade edilir. Sultan II. Beyazid (1481–1512) döneminde ok meydanı istimlâk edilen yeni arazilerle genişletilmiş, saha temizlenmiş ve etrafı kalın bir duvarla çevrilmiştir (Şekil 5).[3]


Şekil 5- İstanbul şehir haritası (1918).

Menzil Taşlarının Yerleri

Her okçunun rüyasında bir nişan taşı dikilerek kutlanan rekor atış yatar. Mevcut rekorları aşma isteği Okmeydanı Şeyhi ve pirlerin iznine bağlıdır. On altıncı yüzyıla kadar rekor atışların sayısı 10 ila 12’yi aşmaz. On dokuzuncu yüzyıldan itibaren bu sayı 50’ye çıkar, olağanüstü atışların kaydedildiği taşların sayısı ise 300’ü geçer ve bu taşları birbirlerinden ayırmak zorlaşır (Şekil 5).[4]


* * * 4 *


Şekil 6- Okmeydanı (bak. Franz Täschner, Alt- Stanbuler Hof- und Volksleben, ein Türkisches Miniature- Album aus dem 17. Jahrhundert, Hannover 1925).

Bir okçu, kendisinden önceki bir rekor atışa ilişkin menzil taşının belirlediği mesafeyi aştığında, okunun düştüğü yer hafifçe kazılır ve geçici olarak çakıl taşları ile işaretlenirdi. Yeni menzil taşı altı ay içinde dikilirdi. Menzil taşlarının büyük bir bölümü mermer sütunlar şeklindeydi ve üzerindeki kitabede okçunun adı, mesleği, atış yönü ve koşulları, atış mesafesi ve atış tarihi verilirdi. Sultan, vezir ve devlet erkânının ok atışlarına ilişkin menzil taşları, dönemin dekoratif stiline uygun olarak oluşturulur ve kitabelerin sözleri ünlü şairler tarafından hazırlanır, yazıları hünerli hattatlar tarafından kaleme alınır ve kabiliyetli taş ustaları tarafından taşa işlenirdi. Bu menzil taşları sadece birer tarihi belge değil, birer sanat eseri niteliğindedir. Günümüzde sadece 25 kadar nişan taşı geriye kalmıştır, diğerleri tahrip edilmiş, gömülmüş ya da temel taşı olarak kullanılmıştır (Şekil 6 ve 7).


* * * 5 *




Şekil 7- Çeşitli menzil taşlarının Carl Gustav Löventhilm tarafından 1820 yıllarında çizilmiş resmi. (Engin Yenal, a.g.e.).

Günümüzde mevcut nişan taşlarının listesi


1- Mehmed Hafid Efendi
2- Bir menzil taşı
3- Feyzi Bey
4- Bir menzil taşı
5- Bir menzil taşı
6- Üç menzil taşı
7- Sultan III. Selim
8- Bilâl Ağa
9- Ok Meydanı namazgâhı
10- Dergâh
11- Hacı Beşir Ağa
12- Sınır Taşı
13- Sultan II. Mahmud
14- Tozkoparan
15- Sultan II. Mahmud
16- Şeyh Hamdullah
17- Sultan II. Mahmud
18- Sultan II. Mahmud
19- Mehmed Kethüda
20- Ahmed Refi
21- Sultan II. Mahmud
22- Bir menzil taşı
23- Hacı Beşir Ağa
24- Sultan IV. Murad
25- İki menzil taşı

* * * 6 *





Şekil 8- Okmeydanı’nda günümüzde mevcut menzil ve sınır taşlarının şehir haritasına işlenmiş yerleri. (Şinasi Acar, “Okmeydanı ve Nişan Taşları”, Yapı, sayı 279, Şubat 2005, s. 80).


* * * 7 *


Okmeydanı’ndaki bazı önemli menzil taşları

Şeyh Hamdullah’ın menzil taşı

Okmeydanı’nda bulunan en eski menzil taşı, menzil sahibi usta bir kemankeş olan Hattat Şeyh Hamdullah’a ilişkindir (1429–1520). Sultan II. Bayezid döneminde Meydan Şeyhliği hizmetinde bulunmuş ve ünlü Tozkoparan İskender’e atıcılık öğretmiştir. Bu taşı, yıldız havasıyla Tozkoparan Menzili’nde attığı 1105,5 gezlik (729,63 m) rekoru kırınca dikmiştir (1 gez = 0,66 m) (bak Şekil 9).

Şekil 9- Şeyh Hamdullah’ın menzil taşı.

Kitâbesi:

Sâhib-ül menzil Hamdullah ibn-üş şeyh
Reîs-ül hattâtîn, şeyh-ür râmiyân
Sene 911 (Milâdî 1505/1506).


* * * 8 *


Tozkoparan İskender’in menzil taşı

Okçuluk tarihimizdeki en büyük kemankeşlerdendir. Rivâyete göre, bir gün Okmeydanı’nda tuttuğu yeni bir yayın kabzasını şevkle sıkınca, kabzayı kaplayan kayın ağacı kabuğu tozu parmaklarına yapışıp yerinden kalkmış. Bunu gören meydan pîrlerinden Yıldırımlı Baba, “Bu pehlivan toz koparan!” demiş ve lakabı öyle kalmıştır. Kuvvetine ilişkin birçok hikâye anlatılır. Yavuz Sultan Selim’in (1512–1520) İran ve Mısır seferlerine katılmıştır. İmparatorluğun çeşitli illerinde 10 ayrı rekor kırmış ve bunların hiçbiri daha sonra aşılamamıştır. En uzun rekorunu, gündoğrusu havasıyla atılan Arkurı Menzili’nde 1281,5 gezle (846 metre) kırmıştır (Şekil 10).



Şekil 10- Tozkoparan İskender’in menzil taşı (1550).

Kitâbesi:
Sene 957 (Milâdî 1550)Sâhib-ül menzil fî-l meydânEllezî ismuhu Tozkoparan


* * * 9 *


Hacı Beşir Ağa’nın menzil taşı

Sultan III. Mustafa (1757–1774) döneminde, 1758’de dârüssaâde ağası olmuştur. Okmeydanı’nda beş adet rekor menzil atışında bulunmuştur. Bu menzil taşı, kuzeybatı rüzgârında Divitçi Menzili’nde 1106 geze (730 m) attığı rekor atışla ilişkilidir (Şekil 11).


Kitâbesi:
Yâ Hak
Âişe Sultân-ı âlişân-ı hayr-endîşeninDergeh-i devlet-meâbı melce-i hayr ü hisânBaşağası ol kerîm-üş şân-ı ismet-perverinMa’rifet-pîşe hüner-endîşe zât-ı kâmurânBinci menzilgâhı iken bu Devâtî MenziliDest-i himmetle hezârân âferin bozdu hemânZîver-i ser-defter etmiş idi gerçi nâmınıÇok zamandır görmedi devrân böyle pehlivânOla devletle resîde menzil-i maksûdunaKaamet-i a’dâsı yârab ola mânend-i kemânDüşdü bir târîh-i cevherden tîr atup Necîb : Dikdi binyüz gezde Hacı Beşir Ağa da nişân,sene 1170, ketebehu-l fakîr el-hâc Ahmed(Milâdî 1756/1757).

.
.
.






The target stone of Beşir Ağa (1757)
Şekil 11- Hacı Beşir Ağa’nın ilk menzil taşı.


* * * 10 *


Kendisi Beşdirek Menzilini poyraz havasında okunu 944,5 geze (623,37 m) atarak açmıştır. Bu menzil taşı tek mermer bloktan oluşur ve bir kaidenin üzerine yükselen beş sütun şeklindedir. Kitabe bölümünün çapı 35,3 cm’dir. Taşın boyu (55 cm kaide, 150 cm sütunlar ve 90 cm kitabe olmak üzere) 295 cm’dir. Bu taş, halk ve kemankeşler arasında “diltaşı” diye bilinir; inanışa göre, her kim başını iki sütun arasına yerleştirip diliyle orta sütunu yalayabilirse, muradına erer (Şekil 12).


.

.
.
.
.
.
.
Şekil.12- Hacı Beşir Ağa’nın menzil taşı 1930 yıllarında
Prof. Klopsteg (sağda) ve mihmandarı tarafından ziyaret edilirken
(P. Klopsteg, Turkish Archery).














Kitâbesi:
Yeksüvârın veter-i kavsine aldıkda hemânNühsad ü çâr ü çil ü nîm gez etdi takrîbMüstakil menzil ü vaz’-ı kademin gördü rumâtAğa ayağı, Ağa Menzili etdi telkibAtdı poyraz ile tevfîk bulup eyyâmıMeskat-i sehmine kondu bu nişân-ı pür-zîbCevherîn harfle târîh dedim ey Sermed :Açdı bu menzil-i âlîyi ol ağa-yı necîb1177 (Milâdî 1763–1764)




* * * 11 *







Bilâl Ağa’nın menzil taşı

Bilâl Ağa (ölümü 1807), Sultan III. Mustafa (1757–1774) döneminde İvaz Mahmud Paşazâde Halil Paşa tarafından ağalığa getirilmiş ve daha sonra III. Selim döneminde haznedarlık makamını elde etmiştir 1787 yılında poyraz havasıyla oku 954 gez (630 m) fırlatmış ve merasimle bu menzil taşını dikmiştir. Usta bir hatiptir ve güzel sesiyle ünlüdür (Şekil 13).



.



.



.



.



.



.



.



Kitâbesi:

Musâhib-i şehriyârîHalil PaşalıHazîne vekîli
Bilâl Ağa’nınAna taşıdır,sene 1202
(Milâdî 1787).


Şekil 13- Bilâl Ağa’nın menzil taşı (1787).


* * * 12 *


Sultan III. Selim’in menzil taşı

Sultan III. Selim (1789–1807) okçuluğa meraklı menzil sahibi bir kemankeşti. Tahta çıktığı yıl kabza aldıktan sonra 1792’de yıldız poyrazıyla 1012 geze (667,92 m) ok atarak kendi menzilini açtı. Şerefine büyük bir ziyafet vererek resimdeki taşı diktirdi. Padişah menzili olduğundan burada başka atış yapılmadı. Kendisi ayrıca divan sahibi bir şair, ünlü bir bestekâr ve iyi bir hattattı (Şekil 14).

Kitâbesi:

Hüsrev-i Behrâm-ı Gûr aht kim
Bir kepâze yayıdır çarh-ı berîn
Şah Selîm Han kim nigâh-ı re’feti
Nâvek-aşubdan hısn-ı hasîn
Tir-veş tab’-ı selîmi müstakîm
Kasr-ı Emr’i dûrdan eyler yakîn
Her hünerde şâh-ı evvel bâhusûs
Yok âna fenn-i şecâ’atde karîn
Alsa deste sanmasuz tîr ü kemân
Zûr-i bâzûdan âna mülk-i yemîn
Şol ukaab-ı tîr-perdir tîri kim
Âşiyânıdır ser-i a’dâ-yı dîn
Zanneder rûy-i kemân elde gören
Mihrdir kim kavs burcunda mekîn
Per-küşâ ile atdı bin hatve tîr
Bî-güman tayyoldu ol tîre zemîn
Menzil-i meydân-ı ömrün medd ede
Sad hezârân sâl Vehhâb-ı mu’în
Yazdı bir mısra’ münîb-i çâkeri
Kazdı mermer üzre çün nakş-ı nigîn
Geldi bâ-İlhâm târîhin dedi:
Şâh Selîm taş dikdi bin gez âferîn
1207 (Milâdî 1792).

Şekil 14- Sultan III. Selim’in menzil taşı.


Sultan II. Mahmud’un Menzil Taşları

Sultan II. Mahmud (1808–1839), saltanatı döneminde okçuluk son parlak dönemini yaşamıştır. Sultan, 1817’de kabza almaya karar verir; altı aylık bir öğrenimden sonra aynı yerde 1818’de törenle kabza alır ve art arda önemli rekorlar kırar. 1829 yılında, yıldız poyrazıyla atılan Cerrah Menzili’nde 11,5 gez (7,59 m) aşırı atıp taş diker; 1832’de 15 gez (9,9 m) ve 1835’te 12,5 gez (8,25 m) aşırı atarak taşını ileri sürer. Uzun, dört köşe sütunun kitabesinde yalnızca ilk iki atışın tarihi verilir. Anıtın en üst kısmındaki dikleme üç kuşkanatlı, ucu tokmaklı tuğ parçası (tepelik), bilinmeyen bir tarihte yok olmuştur (Şekil 15).
Sultan II. Mahmud, yeni bir menzil açmak ister, fıskiyeli havuz biçiminde bir ayak taşı diktirir (bu taş bir süre önce tahrip edilmiş ve parçaları sağa sola atılmıştır); gündoğrusu havasıyla 1215,5 gezlik (801,9 m) bir atış yaparak resimde görülen taşı diktirir. Padişah bir meydan günü kendi menzilinde 10 gez (6,6 m) aşırı atış yapar ve taşını ileri sürer. Dört köşe gövdeli taşın tepesi barok usulü meşale ve ok kuburlarıyla süslüdür, mermer işçiliği olağanüstü güzeldir. Hemen altında nefis bir tuğra bulunur (Şekil 16).


Şekil 16- Sultan II. Mahmud’un 1831 tarihli menzil taşı (Okmeydanı, 19. yüzyıl sonu).

Şekil 15’teki menzil taşının kitâbesi:

Şehinşâh-ı ma’ârif-pîşe Hân Mahmûd-i Cemsâye
Serîr-ârâ-yı şevket şehriyâr-ı ma’delet-mâye
Görüp bu menzil-i pâkizede bir nice tîrendâz
Mahâret arz edip vaz’-ı nişan etmiş bu sahrâya
Şeh-i seyyâre şükür remy idüb yıldız hevâsından
Bozup menzilgeh-i Cerrâh’ı vardı tâ bu mermâya
Hezârân bârekallah ol hıdivv-i kişver-ârâya
Anı bir kabzada onbirbuçuk gez geçdi bâlâya
Hamîde eyleyip kaddin kemân-âsâ kulu Hilmi
Oku târîhini yazdı bu meydângâh-ı ma’nâya
Dedi mısrâ’-ı evvel birle sânîden iki târîh,
Hezârân şerm ile arz etdi dergâh-ı mu’allâya:
Bu demde bozdu müjde Menzil-i Cerrâh’ı Mahmûd Hân
1245 (Milâdi 1829)
Kitabe:

Kemâlât-ı cihânın merkezi Sultan Mahmûd HânKalemde, seyfde, her türlü fende şâh-ı bîhemtâAyak açdı yeniden vâdi-i himmetde şâhâneBuyurdu bil ki mülk-i devleti tecdîd sertâpâOk atdı menzile binikiyüzonbeş buçuk hatveResâ olmuş değildi kimseler bu merkeze aslaElinde hâkî yayı vâr idi kavs-i kuzâh mânendHevâ gündoğrusuydu atdığı ok berk idi güyâErişsin menzil-i maksûda yârab atdığı her okNişangâh-ı hadeng-i hükmü olsun serteser dünyâLisânım gerçi kaasır söyledim Pertev iki târîh:Sütûn üzre yazılsa gösterir her mısra’ın bâlâBu yerden atdı ok sultân-ı kevn eslâfı hep geçdi
Hüner meydânına şâh-ı cihân taş dikdi zîb-efzâ 1247 (Milâdî 1831/1832)

Şekil 16’tıdaki menzil taşının kitâbesi:

Kemâlât-ı cihanın merkezi Sultan Mahmûd Hân
Kalemde, seyfde, her türlü fende şâh-ı bîhemtâ
Ayak açdı yeniden vâdi-i himmetde şâhâne
Buyurdu bil ki mülk-i devleti tecdîd ser-tâ-pâ
Ok atdı menzile binikiyüzonbeş buçuk hatve
Resâ olmuş değildi kimseler bu merkeze asla
Elinde hâkî yayı vâr idi kavs-i kuzâh mânend
Hevâ gündoğrusuydu atdığı ok berk idi güyâ
Erişsin menzil-i maksûda yârab atdığı her ok
Nişangâh-ı hadeng-i hükmü olsun ser-tâ-ser dünyâ
Lisânım gerçi kaasır söyledim Pertev iki târîh:
Sütûn üzre yazılsa gösterir her mısra’ın bâlâ
Bu yerden atdı ok sultân-ı kevn eslâfı hep geçdi
Hüner meydânına şâh-ı cihân taş dikdi zîb-efzâ
1247 (Milâdî 1831/1832)

Şekil 15- Sultan II. Mahmud’un
ilk menzil taşı.








































Sultan II. Mahmud’un 1834 tarihli bir başka menzil taşı

Sultan II Mahmud (1808–1839), 1834 yılında Abdullah Efendi Menzili’nde, menzilin atış koşullarına uygun olarak lodos havasıyla, 80 dirhem yayla, okunu 18 gez (11,88 m) aşırı atarak rekor kırmış ve 1111 geze (733,26 m) bu taşı dikmiştir. Dört köşe gövdeli sütunun tepelik kısmındaki kabartma yapraklar altında bulunan kozalakların mermer işçiliği olağanüstü güzeldir (Şekil 17 ve 18).


Şekil 17- Sultan II. Mahmud’un 1834 tarihli menzil taşı.

Kitâbesi:

Kemankeşlikde yektâ Hazret-i Sultan Mahmûd Hân
Bu meydân-ı hünerde taş dikdi çok nişan bozdu
Selefde pehlivanlar birbirin sebk etdiler gerçi
Serâpâ bunca menzilgâhı hangi pehlivan bozdu
Biri bu menzil-i meşhûr idi bindoksanüç hatve
Bunu tâ onsekiz gez geçdi ol şâh-ı cihân bozdu
Bu rütbe merkez-i i’câza vâsıl olmadı kimse
Kemankeşler bu yolda hayli ok kırdı keman bozdu
Çü takvîm-i kühen çok haşv-i zâid eyledi imhâ
Nice âdât-ı nâ-hemvârı peyderpey hemen bozdu
Hudâ kılsın müeyyed zâtını teyid ü nusretle
Denilsin her tarafda hasmın ol sâhipkıran bozdu
Bu târîhe gelince kimse kaadir olmamış Pertev :
Bu Abdullah Efendi Menzili’n Mahmûd Hân bozdu
1250 (Milâdî 1834).
Şekil 18- II. Mahmud’un 1834
tarihli menzil taşı (ayrıntı).

Osmanlı Okçuluk Kitapları

Osmanlılarda kemankeşlik (okçuluk) konusundaki eserler, genellikle bu sanatı bilen kemankeşler (okçular) tarafından hazırlanmıştır. 17. yüzyıla kadar top, tüfek gibi ateşli silahlarla birlikte en etkili uzak mesafe silahı olarak önemini koruyan kemankeşlik, kavsnâme (yay üstüne), tîrendâzân (okçular), remy (ok atma) adlı risaleler şeklinde, bu dönem Osmanlı askerlik yazımının büyük çoğunluğunu oluşturur[5]. Osmanlılar birçok sahada olduğu gibi, kemankeşlik konusunda da, İslam uygarlığındaki gelişme ve yazımdan etkilenmiştir. Bu etki, okçuluk ile ilgili yazılmış bütün eserlerde kendini gösterir.

İslam dünyasında yay-ok yapım teknolojisi ve okçulardan bahseden en eski kaynaklar, binicilik ve silahşorluk konusundaki Fürûsiyye (süvarilik) risaleleridir. Bunlar kılıç, mızrak, kalkan gibi silahlar yanında ok ve yayın yapımı ve kullanışına dair bilgiler ihtiva eder. Osmanlılarda okçuluk konusunda müstakil ilk eser, 15. yüzyılda hazırlanmış olan Umdetü’l-mutanâsilîn (Nesli sürenlerin önemlileri) adlı kitaptır. Kitap, Ankara’da yaşamış Muhammed bin Şeyh Mustafa tarafından Arapça’dan Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Eser hadislerden hareketle cihadın faziletlerinden, ok ve yay kullanım âdâbından, okçuluğun kurallarından, ok ve yayın ağacından, kirişinden, yapımından ve menzillerden bahseder. Gelenek haline gelen bu üslup, 19. yüzyıla kadar okçuluk hakkında yazılmış Osmanlı eserlerinin tamamında görülür.

Okçuluk hakkındaki ilk Türkçe eser, zamanının ünlü kemankeşlerinden olup sekiz ayrı menzilde rekor kırmış ve menzil taşı diktirmiş olan Hacı Hasan bin Hacı Bahtiyar’ın 1552 yılında kaleme aldığı Ok-nâme adlı kitaptır[6]. Eser öncelikle Fatih Sultan Mehmed devrinden 1552 yılına kadar geçen bir asırlık dönemde ünlü kemankeşlerden ve ok meydanlarından bahsetmiştir. 16. yüzyılın önemli simalarından bir olan Matrakçı Nasuh, Tuhfetü’l-Guzât (Gazilerin armağanı) adlı Türkçe eserinde, savaş usullerinden ve ateşli silah kullanımından bahsetmiş, kitabın önemli bir bölümünü de ok-yay yapımı ve kullanımına ayırmıştır[7].

16. yüzyılın önde gelen tarihçilerinden Gelibolulu Mustafa Âli, Künh-ül Ahbâr (Haberlerin özü) adlı tarih kitabının bir bölümünü kemankeşlik ve kemankeşlere ayırmıştır. Risâle-i Kavsiyye der Beyân-ı Tîrendâzân (Okçuların söylemiyle yaycılık kitapçığı) veya Tirendâzân-ı Nâmvârân (ünlü okçular) adlarıyla ayrı nüshaları bulunmaktadır. Okçuluk konusunda 16. yüzyılın bir diğer önemli eseri, Behram Çavuş tarafından kaleme alınan Kitâb-ı Silahşorân (Silahşorlar kitabı) adlı eserdir. Kitap tamamen ok ve yayların kullanımından bahseder.

Ok ve yay 16. yüzyılda hâlâ savaş meydanlarında vazgeçilmez taarruz silahı olarak kullanıldığından, yukarıda bahsedilen eserler, savaş alanlarında kullanılan darp (vurma) oklarını da ihtiva etmektedir. Spor ve av maksadıyla yapılan okçuluk konusunda 17. yüzyılda kaleme alınmış eserlerin en önemlisi, kendisi de kemankeş olan Mustafa Efendi’nin Kavsnâme adlı kitabıdır. Kitap Arapça kavsnâmelerden, özellikle Memluk silahşoru Tayboga el-Eşrefî el-Beklemişi el-Yunânî’nin (öl.1691) Buöye-tül Merâm, Gayetü’l Garâm (hedefin isteği sevdanın amacı) adlı eserinden derlenerek Türkçe’ye aktarılmıştır. Ok atmanın faziletlerinden başlayıp, okçuluk tarihi, ok talimi, menzil atıcılığı, menzil yayları, darp yayları ve aralarındaki farklar gibi konulardan bahseder.

Osmanlı’da okçuluk konusunda bilimsel yaklaşımla yazılmış ilk eser, 17. yüzyılda yaşayan Kâtip Abdullah Efendi tarafından kaleme alınan Kavâ’id-i Remy (ok atma kuralları) adlı kitaptır. Kendisi de kemankeş olan Abdullah Efendi, eserinde okçuluk konusunda Türkçe, Arapça ve Farsça yazılmış hemen bütün kaynaklardan yararlanarak, ok ve yayın özelliklerinden, çeşitlerinden söz eder ve ok atma tekniklerini anlatır. Bilhassa ok ve yay yapımı, özellikleri, ölçüleri, nişan alma ve atış tekniklerinin anlatılması bakımından, eser büyük önemi haizdir. Abdullah Efendi bu eseriyle takipçilerini büyük ölçüde etkilemiştir.[8]
Şekil 19- Mustafa Kânî’nin Tahlis-i Rasâ’il-ür Rumât (Okçuluk kitaplarının özeti) kitabının ilk sayfası, basımı İstanbul 1263/1847.






















Türk menzil okçuluğu üzerine yazılmış son önemli eser, Sultan II. Mahmud’un Kahvecibaşısı Mustafa Kânî Bey’in Telhîs-i Resâ’il-ür Rumât’ıdır. 1835 yılında Sultanın emri ile eserini hazırlamaya başlayan yazar, eserin adından da anlaşılacağı gibi, kendisinden önceki okçuluk kitaplarının bir hülasasını ortaya koymaya çalışmıştır. Kânî Bey, eserinde gereksiz ayrıntıları atarak okçulukla ilgili bütün bilgileri toplayıp değerlendirmiştir. Özellikle Kâtip Abdullah Efendi’nin Kavaid-i Remy adlı eserinde geniş ölçüde yararlandığı eserini 1838’de bitirmiş, ancak eser 1848’de basılmıştır. Türk okçuluğu hakkında derli toplu bilgi veren eser, konusunda basılmış ilk Türkçe kitap olma özelliğini de taşımaktadır[9] (Şekil 19). Modern okçuluk konusunda Murat Özveri’nin yazdığı Türk Okçuluğu isimli kitap önerilir[10].

Türk Yay ve Oklarının Yapısı

Yayın kurulması
Osmanlı yayları son şeklini 15. yüzyılın başlarında almıştır. Bu yaylar kurulu olmadıklarında ters yöne doğru kıvrılan yaylardır (refleks yayı). Atıştan önce kiriş ya da çilenin takılarak kurulmaları gerekir (Şekil 20 ve 21).
Şekil 20- Yayın kurulması. Şekil 21- 1) Kurulmamış yay, 2) Kurulmaya hazır yay,
(bak P. E. Klopsteg). 3) Kurulu yay.
Şekil 22- Sultan III. Ahmet’in yayı (1703–1730): Bu 109cm uzunluğundaki yay halen Topkapı Sarayı Müzesinde bulunmaktadır. Yayın kabza ve kolları dönemin stiline uygun olarak karmaşık dekore edilmiştir. Niyet-tül gazâ / Kasti’ül a‘dâ. Şevketlû mehabetlû Efendimizin pehlivan olduğu kemandır. / Gazi Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis.

Yay yapımında Kullanılan malzemeler

Farklı enerji depolayan malzemelerin teknik özelliklerini sonuna kadar kullanabilmek için Osmanlı yayları üç farklı malzemeden oluşturulur (bileşik yay). Yay iskeleti ağaçtan, dış tarafı sinir (tendon) ve iç tarafı boynuz türü organik malzemelerden imal edilir. Yay gücü ve esnekliği malzemelerin oranıyla ayarlanır. Çeşitli yay bileşenleri çok kuvvetli bir balık tutkalı ya da çega ile birbirlerine yapıştırılır (Şekil 23).


Şekil 23- Yayın kısımları ve kesitleri.


Okun özellikleri

Türk okları bilinen en kısa (0,7 m) ve hafif (10–18 g) oklardır. Yapımında kayın ağacı, kamış (Hindistan), çam ağacı gibi malzemeler kullanılır (Şekil 24).
Şekil 24- Okun kısımları.
Atış

Ok ayakta ve beş farklı şekilde oturarak atılırdı. Fotoğraflarda ünlü hattat ve kemankeş Necmeddin Okyay (1883–1976) ok atarken görülmektedir (Şekil 23).


Şekil 25- Ok atmanın iki farklı şeklini sergileyen kemankeş Necmeddin Okyay:
a) Ayakta, b) Oturarak.

Atışta kullanılan aksesuarlar

Zihgir ya da Şast
Atış sırasında sağ elin başparmağına takılan ve parmak boğumunu yarılma ve nasırlanmaktan koruyan özel çile germe yüzüğü. Oku gezledikten sonra çileyi başparmak boğumuna yerleştirerek işaret parmağını başparmak tırnağı üstüne kapamaya ‘mandal’ denir (Şekil 26).

Şekil 26- Zihgir:
a- Germe konumu (bak P. E. Klopsteg), b- Zihgir ya da şast (Askeri Müze).
Bilek siperi

Kabzayı tutan sol elin bileğine bağlanır ve hem oku iç kabzaya değin çekebilmeyi, hem de yumruğu oktan korumaya yarayan bir araçtır. 17. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır (Şekil 27).
b- Bir 18. yüzyıl siperi (Askeri Müze).

a- Germe konumunda siper
(Paterson çizimi).



Şekil 27_(a-b)- Bilek siperi.

Talim torbası

Okçuluk talimi talim torbasında başlar ve daha sonra açık havada devam ederdi.
Şekil 28. Talim torbası (J. Hein’den, bak Klopsteg, Turkish Archery, 1934).

Matematiksel Analiz

Matematiksel olarak ele alındığında ok, (x(t), y(t)) düzleminde hareket eden noktasal bir m [kg] kütlesi olarak kabul edilebilir. Eğer sabit yer çekimi vektörü [m/s2] yazılır ve orantı katsayısı k > 0 [1/s] olmak üzere hava sürtünme kuvveti şeklinde [m/s] hız vektörüyle orantılı kabul edilirse, okun dinamik denklemi
(1)
şeklinde yazılabilir (bak Şekil 29).
Şekil 29- Noktasal ok kütlesini etkiyen kuvvetler.
Eğer ok [m/s] çıkış hızıyla ve yatayla a açısı yapacak şekilde fırlatılırsa, m [kg] noktasal kütlesinin koordinat merkezine olan mesafe [m] vektörüyle ifade edilebilir.

Denklemin her iki tarafında m kütlesi kısaltılırsa,
(2)
homojen dinamik denklemin çözümü, ve entegrasyon sabitleri cinsinden,
(3)
şeklinde yazılabilir.
Başlangıç çıkış konumu ve başlangıç çıkış hızı , için, hız vektörü
(4)
ve mesafe vektörüne ilişkin özel çözüm
(5)
olarak hesaplanır.
Başlangıç hız vektörü başlangıç açısı α cinsinden
(6)
şeklinde ifade edilebilir ve eğer ve olduğu göz önünde bulundurulursa, x(t) ve y(t) çözümleri

(7, 8)
olarak elde edilir.
Eğer bu denklemlerden t zamanı yok edilirse, okun (x, y) düzleminde izlediği yörünge Şekil 30’da görüldüğü gibi elde edilir.


Şekil 30- Okun izlediği yörünge.

Özellikle için
. (9)
elde edilir. Belirli bir a fırlatma açısı için, en uzak x(tm) = xm menziline ulaşmak için gerekli zaman
. (10)
olarak bulunur.
En uzak xm menzilinde y(tm) = 0 koşulu geçerli olduğundan
(11)
irrasyonel ifadenin sağlanması gerekir.

En uzak menzile ilişkin en büyük am, çıkış açısını ve bir okun erişebileceği en uzak menzili elde etmek için, okun u çıkış hızını bilmek gerekir. Bir yayda depolanan E potansiyel enerjinin büyük bir kısmı oka kinetik enerji olarak aktarılır. Eğer tipik bir refleks yayına ilişkin kuvvet-çekme miktarına ilişkin eğri göz önünde bulundurulursa (Şekil 31), kütlesi m ve çıkış hızı u olan oka aktarılan kinetik enerjiye eşit depolanan potansiyel enerji, F çekme kuvveti ile Ds kiriş çekme mesafesi çarpımının yaklaşık %75’i olarak alınabilir;
. (17)

Şekil 31- Tipik bir Türk menzil yayına ilişkin kuvvet-çekme miktarı eğrisi.
Eğer bir refleks yaya F = 400 N çekme kuvveti uygulanır ve çekme mesafesinin Ds = s2 –s1 = 0,7 – 0,15 = 0,55 m olduğu kabul edilirse, kütlesi m = 0,014 kg olan bir okun çıkış hızı için
. (18)
hesaplanır.
Sürtünme katsayısı okun kalitesiyle ilgilidir. Burada mantıklı bir değer olarak k = 0,22 s-1 kabul edilmiştir. Eğer başlangıç hızı yukarıda hesaplandığı gibi u = 150 m/s, sürtünme katsayısı k = 0,22 s-1 ve fırlatma açıları a = 30,5º ila 45,5º arasında 3º basamaklar şeklinde alınırsa, x(t) (bak Şekil 32) ve y(t) (bak Şekil 33) değişim değerleri (7,8) ifadelerinden hesaplanabilir ve (x(t),y(t)) yörüngeleri olarak düzenlenebilir (bak Şekil 34). Açıkça görüldüğü gibi en uzak menzil mesafesi a » 36,5º çıkış açısı ve tm » 7,5 saniyede ulaşılan en uzak menzil xm » 500 m olarak elde edilir.


Şekil 32- Bir okun çeşitli a başlangıç açıları için izlediği x(t) değişimleri.


Şekil 33- Bir okun çeşitli a başlangıç açıları için izlediği y(t) değişimleri.


Şekil 34- Bir okun çeşitli a başlangıç açıları için izlediği (x(t), y(t)) yörüngeleri.



Sonuç

Erken Osmanlı döneminde yay ve ok, ordunun kullandığı en etkin silah niteliğindedir. 16. yüzyıl ortalarından itibaren yay ve okun yerini daha güvenilir tabanca ve tüfekler almaya başlamıştır. Ancak, okçuluk terk edilmez ve 20. yüzyıl başlarına kadar önemli bir spor dalı olarak yaşamaya devam eder.

15. yüzyıl ortalarında son şeklini alan Osmanlı yayı, bir refleks yayı niteliğindedir. Bu, kiriş çentikten çıkarıldığında yayın aksi yöne kıvrıldığı anlamına gelir. Osmanlı okları, dünyada kullanıldığı bilinen boyu en kısa oklardır. Ayrıca, ince ve çok hafif olmaları nedeniyle havada uzun süre kalır ve çok uzun mesafelere fırlatılabilirler.

Yayın kirişi gerildiğinde okçunun kas enerjisi bükülen yayda potansiyel enerji olarak depolanır, yayın kirişi serbest bırakıldığında ise depolanan enerji okun kinetik enerjisine dönüşür. Yay yapımcısının amacı, yayda kullanılan malzemelerin dayanabileceği en üst enerji sınırına erişmektir. Osmanlı refleks yaylarının ters bükülme karakteristiği, ilave bir fırlatma kuvveti oluşturur ve okun başlangıçtaki çıkış hızını çok yükseltir. Hava sürtünmesi ve karmaşık Osmanlı yaylarının depoladığı yüksek enerji göz önünde bulundurulursa, bu çalışmada geliştirilen matematiksel modelin ve atılan okla ilişkili yörüngenin, gerçeğe ve tarihsel aktarımlarla uyum içinde olduğu anlaşılır.























-------------------------------------------------























[1] Bu yazı, 24–30 Temmuz 2005 Pekin’de düzenlenen 22.Uluslararası Bilim Tarihi ve Felsefesi Birliği kongresinin, “Osmanlı İmparatorluğu ve Milli Devletlerde Bilim ve Teknolojinin Yayılması” konulu bilgi şöleninde sunulan konferansın Türkçe çevirisidir.
* Prof. Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi, Elektrik Elektronik Fakültesi, e-posta: bir@itu.edu.tr
** Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, e- posta: mkacar@istanbul.edu.tr
*** Y. Müh., Eskişehir Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, e-posta: sacar@zeytinoglu.com.tr
[2] Halim Baki Kunter, Eski Türk sporları Üzerine Araştırmalar, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul 1938.
[3] Ünsal Yücel, Türk Okçuluğu, yayına haz. Dursun Ayan, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara 1999, s.68–84.
[4] M. Şinasi Acar, İstanbul’un Son Nişan Taşları, Arkeoloji ve Sanat Yay. İstanbul 2006.
[5] E. İhsanoğlu, R. Şeşen, vd., Osmanlı Askerlik Literatürü Tarihi, c. 1, ed. E. İhsanoğlu, IRCICA, İstanbul 2004, s. 3.
[6] Hacı Hasan b. Hacı Bahtiyar, Ok-nâme, Taksim Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet yazmaları, nr. O 122.
[7] Matrakçı Nasuh, Tuhfetü’l-Guzât, Ali Emiri yazmaları, askerlik, nr. 219.
[8] Ünsal Yücel, Türk Okçuluğu, s. 32.
[9] Ünsal Yücel, a.g.e, s. 33. Telhis-i Resail-ür Rumat üzerinde Batılı araştırıcılardan ilk olarak J. Hein tarafından incelenmiştir. (Bogenhandwerk und Bogensport bei de Osmanen, Der Islam, cilt. XVI (1925), s. 289–360; cilt XV (1926), s. 233–294). Bu çalışmaya dayalı olarak P. Klopsteg’ Türk okçuluğu üzerine (Turkish Archery and the Composite Bow, Illinois 1947) adlı bir kitap hazırlamıştır.
[10] Murat Özveri, Okçuluk Hakkında Merak Ettiğiniz Her Şey, İstanbul 2006.

5 Mart 2008 Çarşamba

Türk (Osmanlı) Okları





- Yazının orjinali ingilizce olup yukarıda bağlantısı vardır, sadece size kabataslak bilgi olsun diye online çevirisini koydum. Orjinalinin aynısını Türkçeye çevirip gönderen olursa, çok sevinir ve hemen siteye koyarım. Saygılar; Rıdvan Uzuntaş.
( www.hemencevir.com - 2005)
* Bu çeviriler bir bilgisayar tarafından yapılır. Hata ve yanlışlar olabilir. Lütfen önemli çevirilerinizi bir tercümana yaptırınız.



- Uçuş vurmasının bütün hayranlarının, haberdar olduğu gibi, Türk tarafından kurulan mesafe kayıtları yüzyıllar önce, geçilemez kalır. Bu, yay inşasının teknolojisinde yeni olmuş ilerlemelere rağmen.
- Maksimum uçuş kaydı, koyar, Türkçe okçuları tarafından, geleneksel biçimde vurmak, 874 yarda en azından olmuş olmak görünür, ve 950 yarda aşmış olabilir. Şimdiye kadar modern uçuş okçuları tarafından hedefine ulaşılan en büyük mesafe, geleneksel olarağı aynı şekilde vurmak, 850 yardanın hakkındadır. Bizim "Özgür-tarz" uçuş kaydımız, bir ayak-yayla 1959'da yaptı, 937.13 yardadır.
-Birkaç yazar — özellikle Dr. Paul E. Klopsteg, onun Türkçe okçuluğu ve bileşik yayda, ve, daha az ayrıntıda, Orta Çağ'a özgü ve sonra zamanlar Türkçe ve diğer doğulu yaylarında onun incelemesinde Bay Ralph Payne Gallwey — inşada çok bilgi ve Türkçe yayları ve okların performansını sağladı. Objektif olarak bu veri, ve, daha çoğu yükseltmeyi aramak, Türkçe uçuş oklarının belirgin özelliklerinden böyle ifade ederken tatar yayı uçuş oklarını tasarlamayı kendi denemeyi sağlamak öyle, uygun olabilirdi, yazar, Bay Stephen'in sevecen işbirliğiyle Granscay'a karşı, kollar ve zırhın müdürü, ve onun değneği, sınadı, ve sanatın metropoliten müzesinde elli böyle eski oku ölçtü, New York şehri.
-Uçuş oklarının iki grubu, çalışıldı, on sekiz oktan oluşturulan biri, Türkçe olmayı bildi, ve çok yaşlı, ama başka türlü tanınmamış (Fig. 1'i gör); Taş toplamasından diğer oluşturan otuz-yedi ok, 1700'inkinden muhtemelen çıkmak. Sonraki grup, Dr. Klopsteg'in kitabında, ve fig. 2'de resimlenenlerdir. Sınanan bütün oklar, varilliydi — odur, her iki sona doğru yaklaşık ortadan incelmek; Çok düz, belirgin şekilde esnek miydi, ve bir kozalaklı ağaç tahtasından yapılmak göründü mü.
-Alınan ölçümler, fig. 3'te verilir. Onlar, genelde uzunluğu kapsar, çeyrek-uzunluk olan uçta çap, ortalar, yuvarlak kertikten hemen önce üç çeyrek-uzunluk ve küçültülen kısım; Maksimum çap ve onun yeri; Tahılda ağırlık; Sertlik, bir iki-libre ağırlığı ile, sapma ile gösterilen, ürettiği gibi, iki destekte sonraki kalanların 22 inç ayrı olduğu zaman okun noktasının ortasından astı; Yığından boyutlandır; Yığının ucundan denge-noktadan uzak tut; Say, boyutlandır, ve tüylerin yeri, ve kertiğin boyutları. Orada, her okun bireysel ölçümlerini sunarak az kazanmak olmakta gözüktüğünden beri, onların arasında karşılaştırmalı düzenliliği göz önüne alarak, sadece bahsedilen ölçümlerin maksimum ortalama ve minimum değerleri, fig. 3'te sunmuş olur. Figürler "Sertlik" iki-libre ağırlığının çekişinden sonuç veriyor olan sapmaların ortalamaları, ilk olarak dikey olarak, sonra yatay bir şekilde koşuyor olan okun tanesiyle uyguladığı için; Çok küçük fark vardı, yine de ok, desteklerde döndürülebilirdi.
-Bu yazarın düşüncesinde, onların boyutlarına katıca bütün Türkçe uçuş oklarının, uyduğuna inanmak için hiçbir sebep, sına vardır değil. Bu, Kani'nin ifadesi ile kanıtlanmak görünür, kitabı olan Türkçe okçu-yazarı, 1847'de yayımladı, onun kaynak malzemesinin büyük kısmıyla sağlanan Dr. Klopstegi var, "Okun uzunluğu, öncelikle okçunun boyunda bağlı olur, ve onun yayının karakteristikleri" etkiye o.



-Bir ihtiyaç, başka yer Mahmoud efendisinin kutlanmış uçuş vurmasına başvurur değil, 1794'te, kraliyetle ilgili Toxophilite toplumunun bir konuğunun olduğu zaman Londra'da Türkçe büyükelçisine sekreter. Hesabın, Dr. Klopsteg tarafından aktardığı göz-tanığa göre, Mahmoud, bir 25'i kullandı — inç oku; Onlar, çalıştı, müzede, uzunlukta 24-inçten az değişti.
- Benzer şekilde, Payne Gallwey, Türkçe uçuş oklarının hakkında demesi için buna sahiptir:— "Uzunluk: 25 3 4 inçe 25 1 2. Ağırlık: 7 drs. Ölçü sistemi (191 tahıl). Denge noktası: 12 inç kertiğin sonundan. Şekil: Dengeleme-noktadan onun sonlarına varilli, ve çok incelmiş olan; Çapta sadece olurken 1 8 inç (Sapa nerede uyulduğu) onun keskin fildişi noktası, ve uzunlukta 1 4 inç. Kendisine tüylerin, bağlanan olduğu sapın parçası, 3 16 inç çaptadır, ve sapın merkezi, 5 16 inç.
- "Benim dikkatli şekilde, ölçmeme rağmen ve iki yüz on sekizinci-yüzyıl Türkçe uçuş okunun hakkında tartmama rağmen, ben güçlükle, yarıyı buldum, kendisinden 1 8 inç hemen hemen uzunlukta 25 1 2'den 25 3 4 inçe olan bir düzinesiyim, veya o, 1 2 olarak (13.7 tahıl) (191 tahıl) 7'den ağırlıkta Dr. Dr. az olduğu anda geçerek değişti. Onların dengeleyen-noktasına saygıda, bu oklar, eşit olarak tamdır, bu parçanın, değişmez bir şekilde kertikten 11 1 2'den 12 1 2 inçe olduğu gibi." Açık yaşlı Türkçe uçuş okunun, geçiren standart bir desene yapıldığı, göster, vuruyor olan uzun mesafe için en iyisiydi."Yaşlı bir Türkçe okunun ışık ve zarif bir şekilde şekilli tahta kertiği, modern (1907'in hakkında)ın biçimsiz boynuzdan yapılmış kertiğinden tamamen farklı Avrupalı olanıdır. Sonraki olan, Türkçe yayının irkilmesine dayanamaz, ve yakında ayrı ayıramaz, binlerce kez ben buna rağmen, benim asla, kertikte ayırmak için bir bilmediğim Türkçe oklarını boşalttım.
- "O, (Fig. 5) Türkçe kertiğinin şeklinin olduğu fark edilecek — yay-ipi ayrı itiraf etmeyi sıçrayacak olan ve sonra yeniden kapatacak olan onun dar girişiyle — bir okçuyu sağlayacak, at sırtında hatta, bir oku onun yayının ipinde kullanım için hazır taşımak." Bir Türkçe uçuş okundan tüyler (3), buna rağmen büyük ölçüde, kağıt olarak incedir, ve 2 1 2 inç uzun ve 1 4 inç kertiğin yakınında yüksektir. Onlar, çoğunlukla parşömenden yapılmıştı. (Bir dipnot, parşömen tüyle kaplamasının, en azından otuz yarda ile bir uçuş okunun sahasını artırdığını belirtir.)"Fig. 5c'de kertiği görülmeyi gölgelemenin karanlık bandı, iyi iplik-gibi kirişin bir ambalajıdır. Bu kiriş, olan sonra sıcak tutkalla dolu, kertiğin her yerinde 1 32 inçin civarı bir kalınlığına dolandı, ve o böylece, emniyetle sapa sonraki olanın yarılarını tuttu." Ne zaman, kurutur, kirişin ambalajı, onun, yay-ip için açıklığı nerede geçtiği kesildi. O buna rağmen, kertiğin ince tasarlayan yarılarına kuvvetin büyük bir artışını verdi, onun, dokunuşa cam olarak çok sert ve elastik, ve öyle düzgün olan bir kaplamayla onların dış yüzeylerinde onları örttüğü gibi. Ambalajdı, tabii, uyguladı, tüyler, üzerinde yapıştırılmadan önce."Öyle dikkatli, onların oklarının inşasında Türklerdi, onların kertiklerinin yarılarının, doğal bir eğriyle tahtadan bitmiş hatta uymak için yapıldığı o hatta. Mümkün, tabii, onların, yapmayacak olduğudur, başka türlü bırakılan bowstringin şiddetli şokuna dayanmış oldu." O, tamamen bir Türkçe yayının uzunluğunda olduğu denebilir, veya ok, kendisine tanınabilen veya başvurulabilen bir biçimde adlandırıldı. Genel bir yolda bir okun parçalarıydı, olarak bilinen, izler: Büyütülen merkez, 'Mide', merkezden işaret etmek için, 'Trowser', merkezden yayı yerleştirmek için, 'Boyun'."Bay Ralph'ın ifadeleri ve tanımlamaları aslında, Mustafa Kani tarafından kanıtla desteklenir, öyle Dr. Klopsteg tarafından anlattı; Kim, onu ekler" çamı, yalnız, çağırılan Kani'nin zamanında oklar için "Ve o" uçuş oku kullanıldı 'Pishrev', en önemli frdi
-


Not:
-Bütün boyutlar, inçlerdedir. Parça 35.113 — 2 — parça 36.25.2562 — (18 uçuş oku) (11 uçuş oku) parçada 37'in temsilcisi ) Max. Avg. Min. Max. Avg. Min. 24.69 24.56 24.31 24.84 24.61 24.41 çapın, yığından temel aldığı toplam uzunluk............ (D1). 13. 11. 08. 13. 11. 6'da 09 içeride. Noktadan...... (D2). 25. 22. 12'de 20 içeride. Noktadan...... (D3). 30. 27. 25. 28. 26. 18'de 25 içeride. Noktadan...... (D4). 28. 26. Kertikten önce 23 daraltma... (D5). 20. 19. 17. 22. 19. 19 maksimum çap......... (D Max.). 30. 27. 25. 28. 27. Maksimum çapın 27 mesafesi
-Noktadan......... (L D Max.)Noktadan denge noktasının 13.88 13.43 13.13 14.00 13.60 13.19 mesafesi.........Yığının (B.P.) 13.88 13.43 13.13 14.00 13.60 13.19 uzunluğu......... (P). 34. 27.Kertiğin 25 uzunluğu......... (N). 75. 72. 59.Çentiğin 69 uzunluğu......... (S). 31. 30. 25.Tüylerin 31 uzunluğu*......Tüylerin (LF) 1.94 1.34 1.13 1.19 yüksekliği......... (HF). 38. 31. 25.Okun 31 ağırlığı.........236 196 162 195 187 167 sapmanın, bir 2 libre ile ürettiği tahıl.Ortada ağırlık, 22 insi iki destekte dinlendirirken okla. Ayrı ** inçler. 81. 58.33
- -
* üç tüy, 120 derece ayrı, az miktar veya hiçbir helezon çizerek gitmeyle değil; Çentikle çizgide biri.
** 2 librenin çekişinden sonuç verirken sapmaların ortalamaları. Ağırlık, ilk olarak dikey olarak, sonra yatay bir şekilde koşuyor olan okun tanesiyle uyguladı. Çok küçük fark vardı, yine de ok, desteklerde döndürülebilirdi.