'' Kafesinden kaçmış birer kartal gibi, hiç yorulmamış ve aç kurtlar gibi, amansız bir Sayan dağı fırtınası gibi geldiler üstümüze prensim. Son askeriniz de orada can verdiğinde ve son bayrak da toprağa düştüğünde, onlar hiç arkalarına bakmadan ve sanki hiç savaşmamış gibi sürdüler atlarını bozkıra. Prensim soruyorsunuz nasıl durdurabiliriz diye? Efendim, onlar (TÜRKLER) durdurulamazlar."
(Çinli komutan Ho-Tsun'un Çin prensine hitaben yazdığı mektuptan alıntı)

“Bismillah ve ali berekatü Resulullah, Kabza, Cebrail Aleyhisselâm eliyle Hak Teala'nın emriyle, cennetten çıkıp, evvela Âdem Aleyhisselam'a verildi, ondan sonra, Sultan-ı Enbiya, Peygamber Efendimize verildi. Onun izni şerifiyle Sâd Bin Ebî Vakkas pirimiz oldu. Ondan, sahabe birbirine verdi, oradan ustalar aldı, benim ustam da bana emanet etti, ben de emaneti sana teslim eyledim. Fîsebilillah, niyet edip gaza niyetine ok at, talip olan kabza aşıkına bu minval üzere, hayır ve dua ile teslim edersin.” ( küçük kabza merasimi duası )


20 Mart 2008 Perşembe

ISLIK ÇALAN OKLAR - Türk Mitolojisi -

ISLIK ÇALAN OKLAR :

Sıçan yılında (1204),yazın birinci ayının on altıncı gününde, atlarının üzerinde iki ordu karşı karşıyaydı Cungarya'nın doğusunda.Aygır kuyruğundan tuğlarını her taraftan gözüksün diye mızrak uçlarına asmışlardı.Kara boğa derisinden gür sesli davullar çaldı.Şeftali ağacından oklar terkilendi.
Naymanlar ile Moğollardı bu iki ordu.Cengiz, Büyük Han olmamıştı daha, Temuçin diye bilinirdi.Naymanlar tükenmemişti; Moğollar palazlanmamıştı. İşta bu anda, ordunun hanı, bir tarlafaresi kadar iyi bilmeliydi bozkırı;yıldırım hızıyla emirler vermeli, ok hızıyla uygulatmalı, toprağı süpüren rüzgar gibi sinsi ve karşı konmaz bir taktiği olmalıydı.
Temuçin, düşmanın sayısını kastederek, "Çoğun fazlası zararlı olduğu gibi, azın eksiği de zararlıdır" dedi ve Orhun Irmağı'nı geçip Nahu kayalıklarına doğru tırısa kalktı.Moğollarn Gizli Tarihi'nde yazan emir şöyleydi:
"Biz, sık çayırlık tarzında yürüyeceğiz,/ Deniz düzeninde tertipleneceğiz,/ Burgu usulüne göre saldıracağız."
Bozkırda taktik tek başına kafi gelmez.Bu amansız tabiatta, cesaret, içgüdü, insanın arkaik zamandan kalma tepkileri ve korku başroldedir.Çok güçlüysen korku salabilirsin, bu zor olmaz.Ya da çok güçlüyü korkusuzluğunla yenebilirsin.İşte Orta Asya'nın büyük hakanları ve imparatorları bunu becermiş, insanın en temel ve derin güdülerini dev bir ölüm ve korku canavarına dönüştürebilmiş liderlerdi.Bozkırın psikolojisi böyleydi.
Naymanların başı , Tayang-han, yanındaki Camuha'ya sordu:
"Koyun sürüsünü ürküterek ağıla kadar kovalayan kurt gibi saldıran bu adamlar kimlerdir?" "Alınları bakırdır.Burunları mıknatıstır.Dilleri zımba gibi.Yürekleri demirdir.Kamçıları kılıçtır.Onblar çiğle beslenir.Rüzgarla uçarlar.Savaş günlerinde insan eti yerler.Hareket öncesi insan eti biriktirirler.Şimdi onlar zincirlerinden boşanmış ve zapt edilemez halde, tükürüklerini saçarak neşe ile ileri fırlamışlardır.
" Bozkırda sonsuza kadar kaçamazsınız.Kovalayan atlı, Mançurya'dan başlasa Kırım'a kadar gider.Yıllar sürsede bulur ve yok eder.Bu sürek avı, yok etmek içindir, yenmek için değil. "Mesafenin sonuna kadar, derinliğin dibine kadar" der bir atlı savaşçı diğerine, dostluğunun sınırını anlatmak için.
"Sıçan olarak toprağı delip yerin altında kaybolurlarsa kürek olup toprağı kazıp onları takip ederler.Balık olup denize dalsalar bile ağ olup onları çekip çıkarırlar.Boynu kementli vahşi at gibi, okla vurulmuş geyik gibi kanatlanarak göğe uçsalar, Tanrı'ya çıkmak isteseler atmaca olup onları yakalarlar.
" Step savaşçısı kincidir.Temuçin gibi konuşur:
"Erkekçe intikamla Merkit halkının ciğerlerini parçaladık.Yataklarını boş kıldık, nesillerini yok ettik." Savaşa kalkıştınsa yeneceksin yoksa yok olursun, savaşmıyorsan itaat edeceksin.Temuçin'e daha henüz cılız sayılırken itaat etme kararı alan Kokonaur boyu ileri gelenleri, ona şöyle dedi: "Biz seni Han yapmak istiyoruz.Temuçin, sen Han olursan biz, Düşmanlara karşı öncü olarak yürürüz/ Onların en güzel/ Kadın ve kızlarını,/ Saraylarını, devlet ve uluslarını, /Güzel yanaklı kadın ve kızlarını,/ Güzel bacaklı beygirlerini /Dört nala koşturarak sana getiririz."
Oklar savrulmadan önce, mızraklar gövdeleri deşmeden, atlar birbirine şahlanmadan önce, yürekler çırpışır uzaktan.Tayang-han korkmuştu.Guçuluk-han, babasını suçluyordu, hatta aşağılıyordu: "Gebe bir kadının su döktüğü yere kadar bile çıkamayan, tekerlek yüksekliğindeki buzağının otladığı yere kadar bile gidemeyen..." Temuçin; anası Ho'elun'un insan etiyle beslediği, günde üç yaşlık bir öküzü yiyen, üç kat zırh giyen, üç öküzle çekilen arabaya binen, bir adamı teçhizatı ile yutarsa boğazına bir şey olmayan, bir adamı yutmakla gönlü dolmayan Moğol hanı, çarpışmayı kazandıNaymanları imha etti. E.Canetti, Kitle ve İktidar adlı eşsiz yapıtında, "Moğollar insanları, hayvanları katlettikleri gibi katletmişlerdir" der. "Çldürmek onların üçüncü doğasıydı , tıpkı at binmenin onların ikinci doğası olması gibi.İnsanları katledişleri bir sürek avıydı.Savaşa gitmedikleri zaman ava giderleri."

DOKUNULMA KORKUSU
Bozkıra sonra tekrar gideriz, şimdi bir an için bugüne dönelim; hatta sokağa çıkalım, otobüse, vapura binelim ya da sinemaya gidelim (futbol maçına değil ama).Canetti, dokunulma karşısında duyduğumuz tiksinti ve korkudan söz eder.Sokakta, orada burada, yabancı bir elin vücudumuza değmesi bizde büyük bir gerilim yaratmazmı? Basit bir "pardon" tüm gerginliği yok eder.Ama özür dilenmezse, müthiş bir öfke bir süre tüm benliğimize yayılır.İşte insan bu dokunulma korkusundan ancak kitle içinde kurtulabilir der Canetti.İnsan, kitleye katılmayı arzular.Futbol maçına gitme, taraftar olma, kitleye katılmanın en yaygın yoludur.Bırakın dokunmayı, gol olduğunda herkes birbirinin üzerine çıkar, kitle daha da bütünleşir.Tribünde herkes eşittir, patron ya da işçi, yaşlı yada genç, hepsi aynı kitlenin bireyidir. "Ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik!" Basit bir metafor, rastgele bir tezarühat değildir bu, bütün kitlelerin oluşturduğu ortak duygudur:Ölümüne savaş! Kitle duygusunun en yüksek hissedildiği noktada, ölmemek için öldürme hissini yaratır ya da anımsatır.Futbol, insanın ihtiyacını zararsız bir şekilde verir, yoksa kitlenin korkunç bir güruha dönüşme olasılığı vardır.Holiganizm, Sivas'ta Madımak Oteli'ni yakanlar gibi. Dokunma, hayvansı bir geçmişi anımsatır sanki.Vahşi hayvanlarda ya da insanın vahşi zamanlarında, bilinmedik bir elin dokunuşu, hayatın sonu olabilir.Kitle halinde kaçan antilop sürüsünün içinden birine avcı hayvanın pençesi yetiştiğinde, bu onun için ölüm dokunuşudur.Hayvanlar yavruları ve eşleriyle yuvarlanarak oynaşmayı sever ama bilinmedik bir pençenin (genellikle arkadan ve habersiz gelir) aniden bedenine el atabileceği korkusu da zihinden hiç çıkmaz. "Kitle, korku durumunda bir arada kalmak ister" der Canetti.Kitleyi oluşturanlar, akut bir tehlikeden yalnızca arkadaşlarının yakınlığıyla korunabileceklerini hissederler.Özellikle kaçışlarının ya da koşuşlarının yönünün aynı olmasıyla kitle olmuşlardır.Birlikte kaçan hayvanların ortak inancına sahiptirler.Kendilerini yalnız hissetmedikleri, her bir hayvan (ya da insan) diğeriyle aynı şeyi yaptığı sürece paniğe kapılmazlar.Panik, kitlenin ölüm darbesini aldığı andır.Tıpkı bir orduda olduğu gibi.

BOZKIRDAKİ OİDİPİUS
Hun imparatoru Mete Han'ın başardığı da bundan başka bir şey değildir.Ordu, insanların yapay biçimde bir araya getirilmesinden oluşur, doğası gereği bu kopukluğun giderilmesi gerekir.Emir, bu insanlardan bir kitle oluşturmayı amaçlar.Bunu en iyi yapan korkuyu yok eder ve eşsiz bir orduya sahip olur.Mete'nin öyküsü , bozkır psikolojisinin, baba-oğul düşmanlığının, korku gibi en zayıflatıcı içgüdüden muazzam bir kuvvet yaratmanın öyküsüdür. Mete'nin (Bir yanlış okuma yüzünden Türkiye'de böyle tanındı, asıl adı Bahadır ya da Batır'dır) babası Teoman (Onun asıl adının Tuman yani Duman olduğuu sanılıyor) çok sevdiği bir hatun vardı.Bu hatun kendisine yeni bir erkek çocuk doğurmuştu.Teoman , büyük oğlunu yok ederek , bu çocuğu veliaht yapmak istiyordu.Mete 'yi Yüe-çilere rehine olarak gönderdi.Mete, ordusunu toplayarak Yüe-çilere saldırdı.Ve asla yetişilemeyen atına atladığı gibi yurduna döndü.Babası Teoman sevinir gibi göründü ve bu bahadırlığının ödülü olarak on bin atlı tümenin konutasını verdi. Mete ıslık çalan bir ok icat etti. Atlı askerlerine "Ben nereye ok atarsam, sizde vızıltıyı duyup o yöne ok atacaksınız" dedi. Kim yapmaz ise onun başını keseceğinide bildirdi. Mete ıslık çalan okuyla askerlerini eğitmeye başladı. Avda, ormadna, çölde talim veriyordu.Bir ara döndü ve ünlü aygırının karnına bir ok attı. Buna uymayanların başını oracıkta kestirdi. Sonra çok sevdiği karısına bir ok attı.Yine tereddüt edenler oldu.Onların başınıda vurdurdu.Bu ürkünç sınavlardan geçen ve aynı acımasız benliğe sahip binlerce askerden müthiş bir ordu oluşmuştu. Çok sevdiği başka bir atına, ok atmada tek bir asker bile tereddüt etmedi. Mete bir gün babası ile ava çıktı. Vızıldayan okunu babasına attı.Askerler de ardından Teoman'ı delik deşik etti.Bundan sonra üvey annesini ve kardeşini, babasının tarafını tutan komutanları ortadan kaldırdı. Ve kendisini "Şan-yü" ilan etti. Çin'in küzeyindeki ilk büyük bozkır imparatorluğu kurulmaya başlıyordu.İsa'nın doğumundan iki yüz yıl önceydi. Bu öykü, Çin'in ilk resmi tarihi sayılan "şih-çi" 'de anlatılır.Tarihçilerimizin Büyün Hun dediği Hiyunğ-nu İmparatorluğu'nun kuruluşudur. Baba öldürme, Freudcu Oidipus kompleksinde cinsel dürtülerle izah edilir. Türk mitolojisinde ve Orta Asya'da ise bir bozkır psikolojisidir. Oğuz Destanı'nda da vardır.Kırgız destanlarında da.Alman-Bet, babası Kara-han'ı , Oğuz Destanı'nda olduğu gibi Müslüman olmayı reddettiği için öldürür. Kırgızların diğer destanı Manas'ta Manas Han , babası Yakup Han'ı töreye karşı geldiği için öldürmek ister.Buradaki baba da Teoman gibi "entrikalar" çeviriyordu.Manas Han 'ın oğlu için, ak sakallaı bir ihtiyar çıkıp gelir ve "Bu oğlan kendi elleriyle kendi babasını öldürsün.Bu kadar korkunç bir er olsun!" der. Bozkırda hükümdar olmanın, kendi askerlerine ve komşu hükümdara korku salmanın psikolojisi bu olmalıdır.Atını, karını, hatta babanı öldürmek. Mete'nin ve Cengiz Han'ın ordusu, kitle olmanın mükemmel örnekleriydiler.Ateş gibi hızla yayılan,bulaşıcı, yıkıcı ve arsız.Deniz dalga gibi dalga dalga, ritmik ; su damlalarından oluşan muazzam , tek bütün bir kütle.Tüm oklar bir yağmur gibi yağmalı.Sağanak gibi sayısız, arka arkaya ve hep birlikte.Hitle, buğday başakları ya da Cengiz Han'ın çayırları gibi rüzgarla birlikte aynı yöne eğilir, koşar gibi; tek bir sap bile buna direnmez. Ve rüzgar, tüm solukların tek bir yöne üflemek için birleşmesi gibi kitleyi simgeler. Kitle, rüzgar gibi, gözünmez bir kırbaca dönüşür.Vahşi bir kalabalık gibi kükreyerek gelir rüzgar, sanki görülemeyenler dünyasının ordusu gibi. Mete'nin ıslık çalan oku işte bunu başardı.Ucuna delik açılmış kemik takılan ok, Osmanlı ordusunda da kullanılırdı.Adına "çavuş oku" ya da "kılavuz" denir ve işaret fişeği işlevi görürdü.Mete , bozkırın korkusunu bu okla yendi ve onbinlerce atlıdan , tek bir ıslıkla ateş, deniz, yağmur ve rüzgar gibi görkemli bir kuvvet yarattı. Islık kesilince rüzgar da dindi.

Kaynak : (*)Moğolların Gizli Tarihi ,Çeviren:Ahmet Temir,TTK (3.baskı),Ankara 1995 Yazı: Atlas Dergisi Kasım 2000 sayısından alıntıdır.

Türk Menzil Okçuluğu, Yay ve Okları

- Türkiye' de böyle bir araştırmanın yapılması beni çok sevindirdi, okçuluk tarihimizi hep dışarıdaki insanlardan öğrenmekten bıkmıştım artık.
- Prof.Dr. Atila Bir hocama gönderdiği bu değerli bilgilerden dolayı çok teşekkür ederim.

Not : Yazıların arasındaki figür ve resimler ilave edilecektir.

- ORJİNAL DÖKÜMAN (Türk Menzil Okçuluğu, Yay ve Okları) ... >>> (Free User' a basın, 55 saniye sonra download' a basıp dosyayı bilgisayarınıza indirebilirsiniz.)

Türk Menzil Okçuluğu, Yay ve Okları [1]

Atilla Bir*, Mustafa Kaçar**, Şinasi Acar***

Giriş

Arkeolojik buluntular okçuluk tarihinin, tarih öncesi döneme kadar uzandığını ve bu silahın yeryüzünde çok yaygın olduğunu kanıtlar. Mağara resimlerinde, savaşan ve yırtıcı hayvanları avlayan okçuların tasvirlerine rastlanır. Yay, ok, at ve çadır, Asya steplerinde yaşayan göçer Türk kavimlerinin günlük yaşamında önemli bir rol oynamıştır. Yay ve oklarla teçhizatlı bu kavimler, Göktürkler, İskitler, Avarlar, Moğollar ve Tatarlar gibi, at sırtında yaşar, göç eder ve avlanırdı (Şekil 1).



Şekil 1- Göktürk atlısı.

Erken Osmanlı döneminde, yay ve ok ordunun kullandığı en etkin silahtı. Ancak 16. yüzyılın ortalarından itibaren ateşli silahların güvenirliliği arttıkça, Osmanlı ordusunda geleneksel yay ve okların yerini gittikçe daha etkin hale gelen tabanca ve tüfek almaya başladı. Ne var ki okçuluk, Türklerde terk edilmeyerek önemli bir spor dalı olarak 20. yüzyılın başlarına kadar uygulanmaya devam edildi.



* * * 1 *



Kuralları, seçimle başa geçen yöneticileri ve kayıtlı çok sayıda üyesiyle Osmanlı okçular dergâhı, tarihteki en eski spor kulüplerinin arasına girer. Okçuluk sporunun en önemli özelliklerinden biri, hiçbir ayırım yapmadan çeşitli sınıftan insanları eşit koşullarda bir araya getirebilmesidir. Okçuluk tıpkı hat sanatı, şiir ve müzik gibi eğitimli bir kişinin günlük meşguliyetleri arasına girer ve çok sayıda Osmanlı sultanın temel faaliyet alanını oluşturur. Osmanlı sultanları okçular dergâhının kurucusu, koruyucusu ve destekleyicisidir (Şekil 2).

Şekil 2- Sultan II. Murat (1421–1451), şehzade olarak, elçilerin önünde ok atarken (Hünername Minyatürleri ve Sanatçıları, Yapı-Kredi yay. İstanbul 1969).

Dergâh, okçuluğun uygulandığı ve müsabakaların yapıldığı bir tür kulüp niteliğindedir. Okçular dergâhı, cami ve ek tesisler İskender Paşa tarafından (ölümü 1515) Sultan II. Bayezid (1481–1512) döneminde inşa edilmiştir. Silahtar Mustafa Paşa 1639 yılında Sultan IV. Murad’ın emriyle dergâhı tamir eder ve genişletir. Sultan II. Mahmud döneminde dergâh yeniden tamir edilir. Bir avlu etrafında gelişen yerleşim, bir cami, Hünkâr köşkü, müze ve kütüphane görevi üstlenen meydan odası, şeyh dairesi, mutfak ve hizmet odalarından oluşurdu. Sultan, devlet erkânı ve yabancı ülke elçileri, müsabakaları sultan köşkünden izlerlerdi (bak Şekil 3 ve 4).[2]

* * * 2 *

Hizmet Odaları
Mutfaklar
Hünkâr Köşkü
Hazire
Şeyh dairesi
Meydan Odası
Namazgâh
Helâlar



Şekil 3- Okçular dergâhının Halim Baki Kunter tarafından çizdirilen yeniden tasarımlama planı.


Şekil 4- Dergâhın Carl Gustav Löventhilm tarafından 1820 yıllarında çizilmiş resmi. (Engin Yenal, Bir Zamanlar Türkiye, Bir İsveç Elçisinin 1820’lerdeki Türkiye Albümü, Yapı Kredi yay. İstanbul 2003).

* * * 3*

Osmanlı döneminde hedef ve menzil olmak üzere farklı iki tür atış yapılırdı. Geleneksel hedef atışları, av hayvanlarını ve düşmanı vurmayı amaçlardı. Hedef olarak içi talaş ya da pamuk çekirdeği doldurulmuş torbalar kullanılırdı ve bununla bir okçunun hedefi vurma kabiliyetini geliştirmesi beklenirdi. Menzil atışlarında ise, okun mümkün olabilecek en uzak mesafeye atılması amaçlanırdı. Osmanlı İmparatorluğunun pek çok yerinde menzil atışları yapılabilecek alanlar vardı; ancak, bu alanlar hedef atışları için de kullanılmaktaydı.

İstanbul’da atış alanı olarak kullanılan Okmeydanı, şehrin fethinden kısa bir süre sonra Sultan II. Mehmed’in (1451–1481) emri ile bağımsız bir vakıf olarak tesis edilmiştir. Vakfiyesinde atış alanının, asker ve siviller tarafından ok atışları için kullanılabileceği ve sefer öncesinde toplu ibadetlerin burada yapılabileceği ifade edilir. Sultan II. Beyazid (1481–1512) döneminde ok meydanı istimlâk edilen yeni arazilerle genişletilmiş, saha temizlenmiş ve etrafı kalın bir duvarla çevrilmiştir (Şekil 5).[3]


Şekil 5- İstanbul şehir haritası (1918).

Menzil Taşlarının Yerleri

Her okçunun rüyasında bir nişan taşı dikilerek kutlanan rekor atış yatar. Mevcut rekorları aşma isteği Okmeydanı Şeyhi ve pirlerin iznine bağlıdır. On altıncı yüzyıla kadar rekor atışların sayısı 10 ila 12’yi aşmaz. On dokuzuncu yüzyıldan itibaren bu sayı 50’ye çıkar, olağanüstü atışların kaydedildiği taşların sayısı ise 300’ü geçer ve bu taşları birbirlerinden ayırmak zorlaşır (Şekil 5).[4]


* * * 4 *


Şekil 6- Okmeydanı (bak. Franz Täschner, Alt- Stanbuler Hof- und Volksleben, ein Türkisches Miniature- Album aus dem 17. Jahrhundert, Hannover 1925).

Bir okçu, kendisinden önceki bir rekor atışa ilişkin menzil taşının belirlediği mesafeyi aştığında, okunun düştüğü yer hafifçe kazılır ve geçici olarak çakıl taşları ile işaretlenirdi. Yeni menzil taşı altı ay içinde dikilirdi. Menzil taşlarının büyük bir bölümü mermer sütunlar şeklindeydi ve üzerindeki kitabede okçunun adı, mesleği, atış yönü ve koşulları, atış mesafesi ve atış tarihi verilirdi. Sultan, vezir ve devlet erkânının ok atışlarına ilişkin menzil taşları, dönemin dekoratif stiline uygun olarak oluşturulur ve kitabelerin sözleri ünlü şairler tarafından hazırlanır, yazıları hünerli hattatlar tarafından kaleme alınır ve kabiliyetli taş ustaları tarafından taşa işlenirdi. Bu menzil taşları sadece birer tarihi belge değil, birer sanat eseri niteliğindedir. Günümüzde sadece 25 kadar nişan taşı geriye kalmıştır, diğerleri tahrip edilmiş, gömülmüş ya da temel taşı olarak kullanılmıştır (Şekil 6 ve 7).


* * * 5 *




Şekil 7- Çeşitli menzil taşlarının Carl Gustav Löventhilm tarafından 1820 yıllarında çizilmiş resmi. (Engin Yenal, a.g.e.).

Günümüzde mevcut nişan taşlarının listesi


1- Mehmed Hafid Efendi
2- Bir menzil taşı
3- Feyzi Bey
4- Bir menzil taşı
5- Bir menzil taşı
6- Üç menzil taşı
7- Sultan III. Selim
8- Bilâl Ağa
9- Ok Meydanı namazgâhı
10- Dergâh
11- Hacı Beşir Ağa
12- Sınır Taşı
13- Sultan II. Mahmud
14- Tozkoparan
15- Sultan II. Mahmud
16- Şeyh Hamdullah
17- Sultan II. Mahmud
18- Sultan II. Mahmud
19- Mehmed Kethüda
20- Ahmed Refi
21- Sultan II. Mahmud
22- Bir menzil taşı
23- Hacı Beşir Ağa
24- Sultan IV. Murad
25- İki menzil taşı

* * * 6 *





Şekil 8- Okmeydanı’nda günümüzde mevcut menzil ve sınır taşlarının şehir haritasına işlenmiş yerleri. (Şinasi Acar, “Okmeydanı ve Nişan Taşları”, Yapı, sayı 279, Şubat 2005, s. 80).


* * * 7 *


Okmeydanı’ndaki bazı önemli menzil taşları

Şeyh Hamdullah’ın menzil taşı

Okmeydanı’nda bulunan en eski menzil taşı, menzil sahibi usta bir kemankeş olan Hattat Şeyh Hamdullah’a ilişkindir (1429–1520). Sultan II. Bayezid döneminde Meydan Şeyhliği hizmetinde bulunmuş ve ünlü Tozkoparan İskender’e atıcılık öğretmiştir. Bu taşı, yıldız havasıyla Tozkoparan Menzili’nde attığı 1105,5 gezlik (729,63 m) rekoru kırınca dikmiştir (1 gez = 0,66 m) (bak Şekil 9).

Şekil 9- Şeyh Hamdullah’ın menzil taşı.

Kitâbesi:

Sâhib-ül menzil Hamdullah ibn-üş şeyh
Reîs-ül hattâtîn, şeyh-ür râmiyân
Sene 911 (Milâdî 1505/1506).


* * * 8 *


Tozkoparan İskender’in menzil taşı

Okçuluk tarihimizdeki en büyük kemankeşlerdendir. Rivâyete göre, bir gün Okmeydanı’nda tuttuğu yeni bir yayın kabzasını şevkle sıkınca, kabzayı kaplayan kayın ağacı kabuğu tozu parmaklarına yapışıp yerinden kalkmış. Bunu gören meydan pîrlerinden Yıldırımlı Baba, “Bu pehlivan toz koparan!” demiş ve lakabı öyle kalmıştır. Kuvvetine ilişkin birçok hikâye anlatılır. Yavuz Sultan Selim’in (1512–1520) İran ve Mısır seferlerine katılmıştır. İmparatorluğun çeşitli illerinde 10 ayrı rekor kırmış ve bunların hiçbiri daha sonra aşılamamıştır. En uzun rekorunu, gündoğrusu havasıyla atılan Arkurı Menzili’nde 1281,5 gezle (846 metre) kırmıştır (Şekil 10).



Şekil 10- Tozkoparan İskender’in menzil taşı (1550).

Kitâbesi:
Sene 957 (Milâdî 1550)Sâhib-ül menzil fî-l meydânEllezî ismuhu Tozkoparan


* * * 9 *


Hacı Beşir Ağa’nın menzil taşı

Sultan III. Mustafa (1757–1774) döneminde, 1758’de dârüssaâde ağası olmuştur. Okmeydanı’nda beş adet rekor menzil atışında bulunmuştur. Bu menzil taşı, kuzeybatı rüzgârında Divitçi Menzili’nde 1106 geze (730 m) attığı rekor atışla ilişkilidir (Şekil 11).


Kitâbesi:
Yâ Hak
Âişe Sultân-ı âlişân-ı hayr-endîşeninDergeh-i devlet-meâbı melce-i hayr ü hisânBaşağası ol kerîm-üş şân-ı ismet-perverinMa’rifet-pîşe hüner-endîşe zât-ı kâmurânBinci menzilgâhı iken bu Devâtî MenziliDest-i himmetle hezârân âferin bozdu hemânZîver-i ser-defter etmiş idi gerçi nâmınıÇok zamandır görmedi devrân böyle pehlivânOla devletle resîde menzil-i maksûdunaKaamet-i a’dâsı yârab ola mânend-i kemânDüşdü bir târîh-i cevherden tîr atup Necîb : Dikdi binyüz gezde Hacı Beşir Ağa da nişân,sene 1170, ketebehu-l fakîr el-hâc Ahmed(Milâdî 1756/1757).

.
.
.






The target stone of Beşir Ağa (1757)
Şekil 11- Hacı Beşir Ağa’nın ilk menzil taşı.


* * * 10 *


Kendisi Beşdirek Menzilini poyraz havasında okunu 944,5 geze (623,37 m) atarak açmıştır. Bu menzil taşı tek mermer bloktan oluşur ve bir kaidenin üzerine yükselen beş sütun şeklindedir. Kitabe bölümünün çapı 35,3 cm’dir. Taşın boyu (55 cm kaide, 150 cm sütunlar ve 90 cm kitabe olmak üzere) 295 cm’dir. Bu taş, halk ve kemankeşler arasında “diltaşı” diye bilinir; inanışa göre, her kim başını iki sütun arasına yerleştirip diliyle orta sütunu yalayabilirse, muradına erer (Şekil 12).


.

.
.
.
.
.
.
Şekil.12- Hacı Beşir Ağa’nın menzil taşı 1930 yıllarında
Prof. Klopsteg (sağda) ve mihmandarı tarafından ziyaret edilirken
(P. Klopsteg, Turkish Archery).














Kitâbesi:
Yeksüvârın veter-i kavsine aldıkda hemânNühsad ü çâr ü çil ü nîm gez etdi takrîbMüstakil menzil ü vaz’-ı kademin gördü rumâtAğa ayağı, Ağa Menzili etdi telkibAtdı poyraz ile tevfîk bulup eyyâmıMeskat-i sehmine kondu bu nişân-ı pür-zîbCevherîn harfle târîh dedim ey Sermed :Açdı bu menzil-i âlîyi ol ağa-yı necîb1177 (Milâdî 1763–1764)




* * * 11 *







Bilâl Ağa’nın menzil taşı

Bilâl Ağa (ölümü 1807), Sultan III. Mustafa (1757–1774) döneminde İvaz Mahmud Paşazâde Halil Paşa tarafından ağalığa getirilmiş ve daha sonra III. Selim döneminde haznedarlık makamını elde etmiştir 1787 yılında poyraz havasıyla oku 954 gez (630 m) fırlatmış ve merasimle bu menzil taşını dikmiştir. Usta bir hatiptir ve güzel sesiyle ünlüdür (Şekil 13).



.



.



.



.



.



.



.



Kitâbesi:

Musâhib-i şehriyârîHalil PaşalıHazîne vekîli
Bilâl Ağa’nınAna taşıdır,sene 1202
(Milâdî 1787).


Şekil 13- Bilâl Ağa’nın menzil taşı (1787).


* * * 12 *


Sultan III. Selim’in menzil taşı

Sultan III. Selim (1789–1807) okçuluğa meraklı menzil sahibi bir kemankeşti. Tahta çıktığı yıl kabza aldıktan sonra 1792’de yıldız poyrazıyla 1012 geze (667,92 m) ok atarak kendi menzilini açtı. Şerefine büyük bir ziyafet vererek resimdeki taşı diktirdi. Padişah menzili olduğundan burada başka atış yapılmadı. Kendisi ayrıca divan sahibi bir şair, ünlü bir bestekâr ve iyi bir hattattı (Şekil 14).

Kitâbesi:

Hüsrev-i Behrâm-ı Gûr aht kim
Bir kepâze yayıdır çarh-ı berîn
Şah Selîm Han kim nigâh-ı re’feti
Nâvek-aşubdan hısn-ı hasîn
Tir-veş tab’-ı selîmi müstakîm
Kasr-ı Emr’i dûrdan eyler yakîn
Her hünerde şâh-ı evvel bâhusûs
Yok âna fenn-i şecâ’atde karîn
Alsa deste sanmasuz tîr ü kemân
Zûr-i bâzûdan âna mülk-i yemîn
Şol ukaab-ı tîr-perdir tîri kim
Âşiyânıdır ser-i a’dâ-yı dîn
Zanneder rûy-i kemân elde gören
Mihrdir kim kavs burcunda mekîn
Per-küşâ ile atdı bin hatve tîr
Bî-güman tayyoldu ol tîre zemîn
Menzil-i meydân-ı ömrün medd ede
Sad hezârân sâl Vehhâb-ı mu’în
Yazdı bir mısra’ münîb-i çâkeri
Kazdı mermer üzre çün nakş-ı nigîn
Geldi bâ-İlhâm târîhin dedi:
Şâh Selîm taş dikdi bin gez âferîn
1207 (Milâdî 1792).

Şekil 14- Sultan III. Selim’in menzil taşı.


Sultan II. Mahmud’un Menzil Taşları

Sultan II. Mahmud (1808–1839), saltanatı döneminde okçuluk son parlak dönemini yaşamıştır. Sultan, 1817’de kabza almaya karar verir; altı aylık bir öğrenimden sonra aynı yerde 1818’de törenle kabza alır ve art arda önemli rekorlar kırar. 1829 yılında, yıldız poyrazıyla atılan Cerrah Menzili’nde 11,5 gez (7,59 m) aşırı atıp taş diker; 1832’de 15 gez (9,9 m) ve 1835’te 12,5 gez (8,25 m) aşırı atarak taşını ileri sürer. Uzun, dört köşe sütunun kitabesinde yalnızca ilk iki atışın tarihi verilir. Anıtın en üst kısmındaki dikleme üç kuşkanatlı, ucu tokmaklı tuğ parçası (tepelik), bilinmeyen bir tarihte yok olmuştur (Şekil 15).
Sultan II. Mahmud, yeni bir menzil açmak ister, fıskiyeli havuz biçiminde bir ayak taşı diktirir (bu taş bir süre önce tahrip edilmiş ve parçaları sağa sola atılmıştır); gündoğrusu havasıyla 1215,5 gezlik (801,9 m) bir atış yaparak resimde görülen taşı diktirir. Padişah bir meydan günü kendi menzilinde 10 gez (6,6 m) aşırı atış yapar ve taşını ileri sürer. Dört köşe gövdeli taşın tepesi barok usulü meşale ve ok kuburlarıyla süslüdür, mermer işçiliği olağanüstü güzeldir. Hemen altında nefis bir tuğra bulunur (Şekil 16).


Şekil 16- Sultan II. Mahmud’un 1831 tarihli menzil taşı (Okmeydanı, 19. yüzyıl sonu).

Şekil 15’teki menzil taşının kitâbesi:

Şehinşâh-ı ma’ârif-pîşe Hân Mahmûd-i Cemsâye
Serîr-ârâ-yı şevket şehriyâr-ı ma’delet-mâye
Görüp bu menzil-i pâkizede bir nice tîrendâz
Mahâret arz edip vaz’-ı nişan etmiş bu sahrâya
Şeh-i seyyâre şükür remy idüb yıldız hevâsından
Bozup menzilgeh-i Cerrâh’ı vardı tâ bu mermâya
Hezârân bârekallah ol hıdivv-i kişver-ârâya
Anı bir kabzada onbirbuçuk gez geçdi bâlâya
Hamîde eyleyip kaddin kemân-âsâ kulu Hilmi
Oku târîhini yazdı bu meydângâh-ı ma’nâya
Dedi mısrâ’-ı evvel birle sânîden iki târîh,
Hezârân şerm ile arz etdi dergâh-ı mu’allâya:
Bu demde bozdu müjde Menzil-i Cerrâh’ı Mahmûd Hân
1245 (Milâdi 1829)
Kitabe:

Kemâlât-ı cihânın merkezi Sultan Mahmûd HânKalemde, seyfde, her türlü fende şâh-ı bîhemtâAyak açdı yeniden vâdi-i himmetde şâhâneBuyurdu bil ki mülk-i devleti tecdîd sertâpâOk atdı menzile binikiyüzonbeş buçuk hatveResâ olmuş değildi kimseler bu merkeze aslaElinde hâkî yayı vâr idi kavs-i kuzâh mânendHevâ gündoğrusuydu atdığı ok berk idi güyâErişsin menzil-i maksûda yârab atdığı her okNişangâh-ı hadeng-i hükmü olsun serteser dünyâLisânım gerçi kaasır söyledim Pertev iki târîh:Sütûn üzre yazılsa gösterir her mısra’ın bâlâBu yerden atdı ok sultân-ı kevn eslâfı hep geçdi
Hüner meydânına şâh-ı cihân taş dikdi zîb-efzâ 1247 (Milâdî 1831/1832)

Şekil 16’tıdaki menzil taşının kitâbesi:

Kemâlât-ı cihanın merkezi Sultan Mahmûd Hân
Kalemde, seyfde, her türlü fende şâh-ı bîhemtâ
Ayak açdı yeniden vâdi-i himmetde şâhâne
Buyurdu bil ki mülk-i devleti tecdîd ser-tâ-pâ
Ok atdı menzile binikiyüzonbeş buçuk hatve
Resâ olmuş değildi kimseler bu merkeze asla
Elinde hâkî yayı vâr idi kavs-i kuzâh mânend
Hevâ gündoğrusuydu atdığı ok berk idi güyâ
Erişsin menzil-i maksûda yârab atdığı her ok
Nişangâh-ı hadeng-i hükmü olsun ser-tâ-ser dünyâ
Lisânım gerçi kaasır söyledim Pertev iki târîh:
Sütûn üzre yazılsa gösterir her mısra’ın bâlâ
Bu yerden atdı ok sultân-ı kevn eslâfı hep geçdi
Hüner meydânına şâh-ı cihân taş dikdi zîb-efzâ
1247 (Milâdî 1831/1832)

Şekil 15- Sultan II. Mahmud’un
ilk menzil taşı.








































Sultan II. Mahmud’un 1834 tarihli bir başka menzil taşı

Sultan II Mahmud (1808–1839), 1834 yılında Abdullah Efendi Menzili’nde, menzilin atış koşullarına uygun olarak lodos havasıyla, 80 dirhem yayla, okunu 18 gez (11,88 m) aşırı atarak rekor kırmış ve 1111 geze (733,26 m) bu taşı dikmiştir. Dört köşe gövdeli sütunun tepelik kısmındaki kabartma yapraklar altında bulunan kozalakların mermer işçiliği olağanüstü güzeldir (Şekil 17 ve 18).


Şekil 17- Sultan II. Mahmud’un 1834 tarihli menzil taşı.

Kitâbesi:

Kemankeşlikde yektâ Hazret-i Sultan Mahmûd Hân
Bu meydân-ı hünerde taş dikdi çok nişan bozdu
Selefde pehlivanlar birbirin sebk etdiler gerçi
Serâpâ bunca menzilgâhı hangi pehlivan bozdu
Biri bu menzil-i meşhûr idi bindoksanüç hatve
Bunu tâ onsekiz gez geçdi ol şâh-ı cihân bozdu
Bu rütbe merkez-i i’câza vâsıl olmadı kimse
Kemankeşler bu yolda hayli ok kırdı keman bozdu
Çü takvîm-i kühen çok haşv-i zâid eyledi imhâ
Nice âdât-ı nâ-hemvârı peyderpey hemen bozdu
Hudâ kılsın müeyyed zâtını teyid ü nusretle
Denilsin her tarafda hasmın ol sâhipkıran bozdu
Bu târîhe gelince kimse kaadir olmamış Pertev :
Bu Abdullah Efendi Menzili’n Mahmûd Hân bozdu
1250 (Milâdî 1834).
Şekil 18- II. Mahmud’un 1834
tarihli menzil taşı (ayrıntı).

Osmanlı Okçuluk Kitapları

Osmanlılarda kemankeşlik (okçuluk) konusundaki eserler, genellikle bu sanatı bilen kemankeşler (okçular) tarafından hazırlanmıştır. 17. yüzyıla kadar top, tüfek gibi ateşli silahlarla birlikte en etkili uzak mesafe silahı olarak önemini koruyan kemankeşlik, kavsnâme (yay üstüne), tîrendâzân (okçular), remy (ok atma) adlı risaleler şeklinde, bu dönem Osmanlı askerlik yazımının büyük çoğunluğunu oluşturur[5]. Osmanlılar birçok sahada olduğu gibi, kemankeşlik konusunda da, İslam uygarlığındaki gelişme ve yazımdan etkilenmiştir. Bu etki, okçuluk ile ilgili yazılmış bütün eserlerde kendini gösterir.

İslam dünyasında yay-ok yapım teknolojisi ve okçulardan bahseden en eski kaynaklar, binicilik ve silahşorluk konusundaki Fürûsiyye (süvarilik) risaleleridir. Bunlar kılıç, mızrak, kalkan gibi silahlar yanında ok ve yayın yapımı ve kullanışına dair bilgiler ihtiva eder. Osmanlılarda okçuluk konusunda müstakil ilk eser, 15. yüzyılda hazırlanmış olan Umdetü’l-mutanâsilîn (Nesli sürenlerin önemlileri) adlı kitaptır. Kitap, Ankara’da yaşamış Muhammed bin Şeyh Mustafa tarafından Arapça’dan Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Eser hadislerden hareketle cihadın faziletlerinden, ok ve yay kullanım âdâbından, okçuluğun kurallarından, ok ve yayın ağacından, kirişinden, yapımından ve menzillerden bahseder. Gelenek haline gelen bu üslup, 19. yüzyıla kadar okçuluk hakkında yazılmış Osmanlı eserlerinin tamamında görülür.

Okçuluk hakkındaki ilk Türkçe eser, zamanının ünlü kemankeşlerinden olup sekiz ayrı menzilde rekor kırmış ve menzil taşı diktirmiş olan Hacı Hasan bin Hacı Bahtiyar’ın 1552 yılında kaleme aldığı Ok-nâme adlı kitaptır[6]. Eser öncelikle Fatih Sultan Mehmed devrinden 1552 yılına kadar geçen bir asırlık dönemde ünlü kemankeşlerden ve ok meydanlarından bahsetmiştir. 16. yüzyılın önemli simalarından bir olan Matrakçı Nasuh, Tuhfetü’l-Guzât (Gazilerin armağanı) adlı Türkçe eserinde, savaş usullerinden ve ateşli silah kullanımından bahsetmiş, kitabın önemli bir bölümünü de ok-yay yapımı ve kullanımına ayırmıştır[7].

16. yüzyılın önde gelen tarihçilerinden Gelibolulu Mustafa Âli, Künh-ül Ahbâr (Haberlerin özü) adlı tarih kitabının bir bölümünü kemankeşlik ve kemankeşlere ayırmıştır. Risâle-i Kavsiyye der Beyân-ı Tîrendâzân (Okçuların söylemiyle yaycılık kitapçığı) veya Tirendâzân-ı Nâmvârân (ünlü okçular) adlarıyla ayrı nüshaları bulunmaktadır. Okçuluk konusunda 16. yüzyılın bir diğer önemli eseri, Behram Çavuş tarafından kaleme alınan Kitâb-ı Silahşorân (Silahşorlar kitabı) adlı eserdir. Kitap tamamen ok ve yayların kullanımından bahseder.

Ok ve yay 16. yüzyılda hâlâ savaş meydanlarında vazgeçilmez taarruz silahı olarak kullanıldığından, yukarıda bahsedilen eserler, savaş alanlarında kullanılan darp (vurma) oklarını da ihtiva etmektedir. Spor ve av maksadıyla yapılan okçuluk konusunda 17. yüzyılda kaleme alınmış eserlerin en önemlisi, kendisi de kemankeş olan Mustafa Efendi’nin Kavsnâme adlı kitabıdır. Kitap Arapça kavsnâmelerden, özellikle Memluk silahşoru Tayboga el-Eşrefî el-Beklemişi el-Yunânî’nin (öl.1691) Buöye-tül Merâm, Gayetü’l Garâm (hedefin isteği sevdanın amacı) adlı eserinden derlenerek Türkçe’ye aktarılmıştır. Ok atmanın faziletlerinden başlayıp, okçuluk tarihi, ok talimi, menzil atıcılığı, menzil yayları, darp yayları ve aralarındaki farklar gibi konulardan bahseder.

Osmanlı’da okçuluk konusunda bilimsel yaklaşımla yazılmış ilk eser, 17. yüzyılda yaşayan Kâtip Abdullah Efendi tarafından kaleme alınan Kavâ’id-i Remy (ok atma kuralları) adlı kitaptır. Kendisi de kemankeş olan Abdullah Efendi, eserinde okçuluk konusunda Türkçe, Arapça ve Farsça yazılmış hemen bütün kaynaklardan yararlanarak, ok ve yayın özelliklerinden, çeşitlerinden söz eder ve ok atma tekniklerini anlatır. Bilhassa ok ve yay yapımı, özellikleri, ölçüleri, nişan alma ve atış tekniklerinin anlatılması bakımından, eser büyük önemi haizdir. Abdullah Efendi bu eseriyle takipçilerini büyük ölçüde etkilemiştir.[8]
Şekil 19- Mustafa Kânî’nin Tahlis-i Rasâ’il-ür Rumât (Okçuluk kitaplarının özeti) kitabının ilk sayfası, basımı İstanbul 1263/1847.






















Türk menzil okçuluğu üzerine yazılmış son önemli eser, Sultan II. Mahmud’un Kahvecibaşısı Mustafa Kânî Bey’in Telhîs-i Resâ’il-ür Rumât’ıdır. 1835 yılında Sultanın emri ile eserini hazırlamaya başlayan yazar, eserin adından da anlaşılacağı gibi, kendisinden önceki okçuluk kitaplarının bir hülasasını ortaya koymaya çalışmıştır. Kânî Bey, eserinde gereksiz ayrıntıları atarak okçulukla ilgili bütün bilgileri toplayıp değerlendirmiştir. Özellikle Kâtip Abdullah Efendi’nin Kavaid-i Remy adlı eserinde geniş ölçüde yararlandığı eserini 1838’de bitirmiş, ancak eser 1848’de basılmıştır. Türk okçuluğu hakkında derli toplu bilgi veren eser, konusunda basılmış ilk Türkçe kitap olma özelliğini de taşımaktadır[9] (Şekil 19). Modern okçuluk konusunda Murat Özveri’nin yazdığı Türk Okçuluğu isimli kitap önerilir[10].

Türk Yay ve Oklarının Yapısı

Yayın kurulması
Osmanlı yayları son şeklini 15. yüzyılın başlarında almıştır. Bu yaylar kurulu olmadıklarında ters yöne doğru kıvrılan yaylardır (refleks yayı). Atıştan önce kiriş ya da çilenin takılarak kurulmaları gerekir (Şekil 20 ve 21).
Şekil 20- Yayın kurulması. Şekil 21- 1) Kurulmamış yay, 2) Kurulmaya hazır yay,
(bak P. E. Klopsteg). 3) Kurulu yay.
Şekil 22- Sultan III. Ahmet’in yayı (1703–1730): Bu 109cm uzunluğundaki yay halen Topkapı Sarayı Müzesinde bulunmaktadır. Yayın kabza ve kolları dönemin stiline uygun olarak karmaşık dekore edilmiştir. Niyet-tül gazâ / Kasti’ül a‘dâ. Şevketlû mehabetlû Efendimizin pehlivan olduğu kemandır. / Gazi Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis.

Yay yapımında Kullanılan malzemeler

Farklı enerji depolayan malzemelerin teknik özelliklerini sonuna kadar kullanabilmek için Osmanlı yayları üç farklı malzemeden oluşturulur (bileşik yay). Yay iskeleti ağaçtan, dış tarafı sinir (tendon) ve iç tarafı boynuz türü organik malzemelerden imal edilir. Yay gücü ve esnekliği malzemelerin oranıyla ayarlanır. Çeşitli yay bileşenleri çok kuvvetli bir balık tutkalı ya da çega ile birbirlerine yapıştırılır (Şekil 23).


Şekil 23- Yayın kısımları ve kesitleri.


Okun özellikleri

Türk okları bilinen en kısa (0,7 m) ve hafif (10–18 g) oklardır. Yapımında kayın ağacı, kamış (Hindistan), çam ağacı gibi malzemeler kullanılır (Şekil 24).
Şekil 24- Okun kısımları.
Atış

Ok ayakta ve beş farklı şekilde oturarak atılırdı. Fotoğraflarda ünlü hattat ve kemankeş Necmeddin Okyay (1883–1976) ok atarken görülmektedir (Şekil 23).


Şekil 25- Ok atmanın iki farklı şeklini sergileyen kemankeş Necmeddin Okyay:
a) Ayakta, b) Oturarak.

Atışta kullanılan aksesuarlar

Zihgir ya da Şast
Atış sırasında sağ elin başparmağına takılan ve parmak boğumunu yarılma ve nasırlanmaktan koruyan özel çile germe yüzüğü. Oku gezledikten sonra çileyi başparmak boğumuna yerleştirerek işaret parmağını başparmak tırnağı üstüne kapamaya ‘mandal’ denir (Şekil 26).

Şekil 26- Zihgir:
a- Germe konumu (bak P. E. Klopsteg), b- Zihgir ya da şast (Askeri Müze).
Bilek siperi

Kabzayı tutan sol elin bileğine bağlanır ve hem oku iç kabzaya değin çekebilmeyi, hem de yumruğu oktan korumaya yarayan bir araçtır. 17. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır (Şekil 27).
b- Bir 18. yüzyıl siperi (Askeri Müze).

a- Germe konumunda siper
(Paterson çizimi).



Şekil 27_(a-b)- Bilek siperi.

Talim torbası

Okçuluk talimi talim torbasında başlar ve daha sonra açık havada devam ederdi.
Şekil 28. Talim torbası (J. Hein’den, bak Klopsteg, Turkish Archery, 1934).

Matematiksel Analiz

Matematiksel olarak ele alındığında ok, (x(t), y(t)) düzleminde hareket eden noktasal bir m [kg] kütlesi olarak kabul edilebilir. Eğer sabit yer çekimi vektörü [m/s2] yazılır ve orantı katsayısı k > 0 [1/s] olmak üzere hava sürtünme kuvveti şeklinde [m/s] hız vektörüyle orantılı kabul edilirse, okun dinamik denklemi
(1)
şeklinde yazılabilir (bak Şekil 29).
Şekil 29- Noktasal ok kütlesini etkiyen kuvvetler.
Eğer ok [m/s] çıkış hızıyla ve yatayla a açısı yapacak şekilde fırlatılırsa, m [kg] noktasal kütlesinin koordinat merkezine olan mesafe [m] vektörüyle ifade edilebilir.

Denklemin her iki tarafında m kütlesi kısaltılırsa,
(2)
homojen dinamik denklemin çözümü, ve entegrasyon sabitleri cinsinden,
(3)
şeklinde yazılabilir.
Başlangıç çıkış konumu ve başlangıç çıkış hızı , için, hız vektörü
(4)
ve mesafe vektörüne ilişkin özel çözüm
(5)
olarak hesaplanır.
Başlangıç hız vektörü başlangıç açısı α cinsinden
(6)
şeklinde ifade edilebilir ve eğer ve olduğu göz önünde bulundurulursa, x(t) ve y(t) çözümleri

(7, 8)
olarak elde edilir.
Eğer bu denklemlerden t zamanı yok edilirse, okun (x, y) düzleminde izlediği yörünge Şekil 30’da görüldüğü gibi elde edilir.


Şekil 30- Okun izlediği yörünge.

Özellikle için
. (9)
elde edilir. Belirli bir a fırlatma açısı için, en uzak x(tm) = xm menziline ulaşmak için gerekli zaman
. (10)
olarak bulunur.
En uzak xm menzilinde y(tm) = 0 koşulu geçerli olduğundan
(11)
irrasyonel ifadenin sağlanması gerekir.

En uzak menzile ilişkin en büyük am, çıkış açısını ve bir okun erişebileceği en uzak menzili elde etmek için, okun u çıkış hızını bilmek gerekir. Bir yayda depolanan E potansiyel enerjinin büyük bir kısmı oka kinetik enerji olarak aktarılır. Eğer tipik bir refleks yayına ilişkin kuvvet-çekme miktarına ilişkin eğri göz önünde bulundurulursa (Şekil 31), kütlesi m ve çıkış hızı u olan oka aktarılan kinetik enerjiye eşit depolanan potansiyel enerji, F çekme kuvveti ile Ds kiriş çekme mesafesi çarpımının yaklaşık %75’i olarak alınabilir;
. (17)

Şekil 31- Tipik bir Türk menzil yayına ilişkin kuvvet-çekme miktarı eğrisi.
Eğer bir refleks yaya F = 400 N çekme kuvveti uygulanır ve çekme mesafesinin Ds = s2 –s1 = 0,7 – 0,15 = 0,55 m olduğu kabul edilirse, kütlesi m = 0,014 kg olan bir okun çıkış hızı için
. (18)
hesaplanır.
Sürtünme katsayısı okun kalitesiyle ilgilidir. Burada mantıklı bir değer olarak k = 0,22 s-1 kabul edilmiştir. Eğer başlangıç hızı yukarıda hesaplandığı gibi u = 150 m/s, sürtünme katsayısı k = 0,22 s-1 ve fırlatma açıları a = 30,5º ila 45,5º arasında 3º basamaklar şeklinde alınırsa, x(t) (bak Şekil 32) ve y(t) (bak Şekil 33) değişim değerleri (7,8) ifadelerinden hesaplanabilir ve (x(t),y(t)) yörüngeleri olarak düzenlenebilir (bak Şekil 34). Açıkça görüldüğü gibi en uzak menzil mesafesi a » 36,5º çıkış açısı ve tm » 7,5 saniyede ulaşılan en uzak menzil xm » 500 m olarak elde edilir.


Şekil 32- Bir okun çeşitli a başlangıç açıları için izlediği x(t) değişimleri.


Şekil 33- Bir okun çeşitli a başlangıç açıları için izlediği y(t) değişimleri.


Şekil 34- Bir okun çeşitli a başlangıç açıları için izlediği (x(t), y(t)) yörüngeleri.



Sonuç

Erken Osmanlı döneminde yay ve ok, ordunun kullandığı en etkin silah niteliğindedir. 16. yüzyıl ortalarından itibaren yay ve okun yerini daha güvenilir tabanca ve tüfekler almaya başlamıştır. Ancak, okçuluk terk edilmez ve 20. yüzyıl başlarına kadar önemli bir spor dalı olarak yaşamaya devam eder.

15. yüzyıl ortalarında son şeklini alan Osmanlı yayı, bir refleks yayı niteliğindedir. Bu, kiriş çentikten çıkarıldığında yayın aksi yöne kıvrıldığı anlamına gelir. Osmanlı okları, dünyada kullanıldığı bilinen boyu en kısa oklardır. Ayrıca, ince ve çok hafif olmaları nedeniyle havada uzun süre kalır ve çok uzun mesafelere fırlatılabilirler.

Yayın kirişi gerildiğinde okçunun kas enerjisi bükülen yayda potansiyel enerji olarak depolanır, yayın kirişi serbest bırakıldığında ise depolanan enerji okun kinetik enerjisine dönüşür. Yay yapımcısının amacı, yayda kullanılan malzemelerin dayanabileceği en üst enerji sınırına erişmektir. Osmanlı refleks yaylarının ters bükülme karakteristiği, ilave bir fırlatma kuvveti oluşturur ve okun başlangıçtaki çıkış hızını çok yükseltir. Hava sürtünmesi ve karmaşık Osmanlı yaylarının depoladığı yüksek enerji göz önünde bulundurulursa, bu çalışmada geliştirilen matematiksel modelin ve atılan okla ilişkili yörüngenin, gerçeğe ve tarihsel aktarımlarla uyum içinde olduğu anlaşılır.























-------------------------------------------------























[1] Bu yazı, 24–30 Temmuz 2005 Pekin’de düzenlenen 22.Uluslararası Bilim Tarihi ve Felsefesi Birliği kongresinin, “Osmanlı İmparatorluğu ve Milli Devletlerde Bilim ve Teknolojinin Yayılması” konulu bilgi şöleninde sunulan konferansın Türkçe çevirisidir.
* Prof. Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi, Elektrik Elektronik Fakültesi, e-posta: bir@itu.edu.tr
** Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, e- posta: mkacar@istanbul.edu.tr
*** Y. Müh., Eskişehir Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, e-posta: sacar@zeytinoglu.com.tr
[2] Halim Baki Kunter, Eski Türk sporları Üzerine Araştırmalar, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul 1938.
[3] Ünsal Yücel, Türk Okçuluğu, yayına haz. Dursun Ayan, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara 1999, s.68–84.
[4] M. Şinasi Acar, İstanbul’un Son Nişan Taşları, Arkeoloji ve Sanat Yay. İstanbul 2006.
[5] E. İhsanoğlu, R. Şeşen, vd., Osmanlı Askerlik Literatürü Tarihi, c. 1, ed. E. İhsanoğlu, IRCICA, İstanbul 2004, s. 3.
[6] Hacı Hasan b. Hacı Bahtiyar, Ok-nâme, Taksim Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet yazmaları, nr. O 122.
[7] Matrakçı Nasuh, Tuhfetü’l-Guzât, Ali Emiri yazmaları, askerlik, nr. 219.
[8] Ünsal Yücel, Türk Okçuluğu, s. 32.
[9] Ünsal Yücel, a.g.e, s. 33. Telhis-i Resail-ür Rumat üzerinde Batılı araştırıcılardan ilk olarak J. Hein tarafından incelenmiştir. (Bogenhandwerk und Bogensport bei de Osmanen, Der Islam, cilt. XVI (1925), s. 289–360; cilt XV (1926), s. 233–294). Bu çalışmaya dayalı olarak P. Klopsteg’ Türk okçuluğu üzerine (Turkish Archery and the Composite Bow, Illinois 1947) adlı bir kitap hazırlamıştır.
[10] Murat Özveri, Okçuluk Hakkında Merak Ettiğiniz Her Şey, İstanbul 2006.

5 Mart 2008 Çarşamba

Türk (Osmanlı) Okları





- Yazının orjinali ingilizce olup yukarıda bağlantısı vardır, sadece size kabataslak bilgi olsun diye online çevirisini koydum. Orjinalinin aynısını Türkçeye çevirip gönderen olursa, çok sevinir ve hemen siteye koyarım. Saygılar; Rıdvan Uzuntaş.
( www.hemencevir.com - 2005)
* Bu çeviriler bir bilgisayar tarafından yapılır. Hata ve yanlışlar olabilir. Lütfen önemli çevirilerinizi bir tercümana yaptırınız.



- Uçuş vurmasının bütün hayranlarının, haberdar olduğu gibi, Türk tarafından kurulan mesafe kayıtları yüzyıllar önce, geçilemez kalır. Bu, yay inşasının teknolojisinde yeni olmuş ilerlemelere rağmen.
- Maksimum uçuş kaydı, koyar, Türkçe okçuları tarafından, geleneksel biçimde vurmak, 874 yarda en azından olmuş olmak görünür, ve 950 yarda aşmış olabilir. Şimdiye kadar modern uçuş okçuları tarafından hedefine ulaşılan en büyük mesafe, geleneksel olarağı aynı şekilde vurmak, 850 yardanın hakkındadır. Bizim "Özgür-tarz" uçuş kaydımız, bir ayak-yayla 1959'da yaptı, 937.13 yardadır.
-Birkaç yazar — özellikle Dr. Paul E. Klopsteg, onun Türkçe okçuluğu ve bileşik yayda, ve, daha az ayrıntıda, Orta Çağ'a özgü ve sonra zamanlar Türkçe ve diğer doğulu yaylarında onun incelemesinde Bay Ralph Payne Gallwey — inşada çok bilgi ve Türkçe yayları ve okların performansını sağladı. Objektif olarak bu veri, ve, daha çoğu yükseltmeyi aramak, Türkçe uçuş oklarının belirgin özelliklerinden böyle ifade ederken tatar yayı uçuş oklarını tasarlamayı kendi denemeyi sağlamak öyle, uygun olabilirdi, yazar, Bay Stephen'in sevecen işbirliğiyle Granscay'a karşı, kollar ve zırhın müdürü, ve onun değneği, sınadı, ve sanatın metropoliten müzesinde elli böyle eski oku ölçtü, New York şehri.
-Uçuş oklarının iki grubu, çalışıldı, on sekiz oktan oluşturulan biri, Türkçe olmayı bildi, ve çok yaşlı, ama başka türlü tanınmamış (Fig. 1'i gör); Taş toplamasından diğer oluşturan otuz-yedi ok, 1700'inkinden muhtemelen çıkmak. Sonraki grup, Dr. Klopsteg'in kitabında, ve fig. 2'de resimlenenlerdir. Sınanan bütün oklar, varilliydi — odur, her iki sona doğru yaklaşık ortadan incelmek; Çok düz, belirgin şekilde esnek miydi, ve bir kozalaklı ağaç tahtasından yapılmak göründü mü.
-Alınan ölçümler, fig. 3'te verilir. Onlar, genelde uzunluğu kapsar, çeyrek-uzunluk olan uçta çap, ortalar, yuvarlak kertikten hemen önce üç çeyrek-uzunluk ve küçültülen kısım; Maksimum çap ve onun yeri; Tahılda ağırlık; Sertlik, bir iki-libre ağırlığı ile, sapma ile gösterilen, ürettiği gibi, iki destekte sonraki kalanların 22 inç ayrı olduğu zaman okun noktasının ortasından astı; Yığından boyutlandır; Yığının ucundan denge-noktadan uzak tut; Say, boyutlandır, ve tüylerin yeri, ve kertiğin boyutları. Orada, her okun bireysel ölçümlerini sunarak az kazanmak olmakta gözüktüğünden beri, onların arasında karşılaştırmalı düzenliliği göz önüne alarak, sadece bahsedilen ölçümlerin maksimum ortalama ve minimum değerleri, fig. 3'te sunmuş olur. Figürler "Sertlik" iki-libre ağırlığının çekişinden sonuç veriyor olan sapmaların ortalamaları, ilk olarak dikey olarak, sonra yatay bir şekilde koşuyor olan okun tanesiyle uyguladığı için; Çok küçük fark vardı, yine de ok, desteklerde döndürülebilirdi.
-Bu yazarın düşüncesinde, onların boyutlarına katıca bütün Türkçe uçuş oklarının, uyduğuna inanmak için hiçbir sebep, sına vardır değil. Bu, Kani'nin ifadesi ile kanıtlanmak görünür, kitabı olan Türkçe okçu-yazarı, 1847'de yayımladı, onun kaynak malzemesinin büyük kısmıyla sağlanan Dr. Klopstegi var, "Okun uzunluğu, öncelikle okçunun boyunda bağlı olur, ve onun yayının karakteristikleri" etkiye o.



-Bir ihtiyaç, başka yer Mahmoud efendisinin kutlanmış uçuş vurmasına başvurur değil, 1794'te, kraliyetle ilgili Toxophilite toplumunun bir konuğunun olduğu zaman Londra'da Türkçe büyükelçisine sekreter. Hesabın, Dr. Klopsteg tarafından aktardığı göz-tanığa göre, Mahmoud, bir 25'i kullandı — inç oku; Onlar, çalıştı, müzede, uzunlukta 24-inçten az değişti.
- Benzer şekilde, Payne Gallwey, Türkçe uçuş oklarının hakkında demesi için buna sahiptir:— "Uzunluk: 25 3 4 inçe 25 1 2. Ağırlık: 7 drs. Ölçü sistemi (191 tahıl). Denge noktası: 12 inç kertiğin sonundan. Şekil: Dengeleme-noktadan onun sonlarına varilli, ve çok incelmiş olan; Çapta sadece olurken 1 8 inç (Sapa nerede uyulduğu) onun keskin fildişi noktası, ve uzunlukta 1 4 inç. Kendisine tüylerin, bağlanan olduğu sapın parçası, 3 16 inç çaptadır, ve sapın merkezi, 5 16 inç.
- "Benim dikkatli şekilde, ölçmeme rağmen ve iki yüz on sekizinci-yüzyıl Türkçe uçuş okunun hakkında tartmama rağmen, ben güçlükle, yarıyı buldum, kendisinden 1 8 inç hemen hemen uzunlukta 25 1 2'den 25 3 4 inçe olan bir düzinesiyim, veya o, 1 2 olarak (13.7 tahıl) (191 tahıl) 7'den ağırlıkta Dr. Dr. az olduğu anda geçerek değişti. Onların dengeleyen-noktasına saygıda, bu oklar, eşit olarak tamdır, bu parçanın, değişmez bir şekilde kertikten 11 1 2'den 12 1 2 inçe olduğu gibi." Açık yaşlı Türkçe uçuş okunun, geçiren standart bir desene yapıldığı, göster, vuruyor olan uzun mesafe için en iyisiydi."Yaşlı bir Türkçe okunun ışık ve zarif bir şekilde şekilli tahta kertiği, modern (1907'in hakkında)ın biçimsiz boynuzdan yapılmış kertiğinden tamamen farklı Avrupalı olanıdır. Sonraki olan, Türkçe yayının irkilmesine dayanamaz, ve yakında ayrı ayıramaz, binlerce kez ben buna rağmen, benim asla, kertikte ayırmak için bir bilmediğim Türkçe oklarını boşalttım.
- "O, (Fig. 5) Türkçe kertiğinin şeklinin olduğu fark edilecek — yay-ipi ayrı itiraf etmeyi sıçrayacak olan ve sonra yeniden kapatacak olan onun dar girişiyle — bir okçuyu sağlayacak, at sırtında hatta, bir oku onun yayının ipinde kullanım için hazır taşımak." Bir Türkçe uçuş okundan tüyler (3), buna rağmen büyük ölçüde, kağıt olarak incedir, ve 2 1 2 inç uzun ve 1 4 inç kertiğin yakınında yüksektir. Onlar, çoğunlukla parşömenden yapılmıştı. (Bir dipnot, parşömen tüyle kaplamasının, en azından otuz yarda ile bir uçuş okunun sahasını artırdığını belirtir.)"Fig. 5c'de kertiği görülmeyi gölgelemenin karanlık bandı, iyi iplik-gibi kirişin bir ambalajıdır. Bu kiriş, olan sonra sıcak tutkalla dolu, kertiğin her yerinde 1 32 inçin civarı bir kalınlığına dolandı, ve o böylece, emniyetle sapa sonraki olanın yarılarını tuttu." Ne zaman, kurutur, kirişin ambalajı, onun, yay-ip için açıklığı nerede geçtiği kesildi. O buna rağmen, kertiğin ince tasarlayan yarılarına kuvvetin büyük bir artışını verdi, onun, dokunuşa cam olarak çok sert ve elastik, ve öyle düzgün olan bir kaplamayla onların dış yüzeylerinde onları örttüğü gibi. Ambalajdı, tabii, uyguladı, tüyler, üzerinde yapıştırılmadan önce."Öyle dikkatli, onların oklarının inşasında Türklerdi, onların kertiklerinin yarılarının, doğal bir eğriyle tahtadan bitmiş hatta uymak için yapıldığı o hatta. Mümkün, tabii, onların, yapmayacak olduğudur, başka türlü bırakılan bowstringin şiddetli şokuna dayanmış oldu." O, tamamen bir Türkçe yayının uzunluğunda olduğu denebilir, veya ok, kendisine tanınabilen veya başvurulabilen bir biçimde adlandırıldı. Genel bir yolda bir okun parçalarıydı, olarak bilinen, izler: Büyütülen merkez, 'Mide', merkezden işaret etmek için, 'Trowser', merkezden yayı yerleştirmek için, 'Boyun'."Bay Ralph'ın ifadeleri ve tanımlamaları aslında, Mustafa Kani tarafından kanıtla desteklenir, öyle Dr. Klopsteg tarafından anlattı; Kim, onu ekler" çamı, yalnız, çağırılan Kani'nin zamanında oklar için "Ve o" uçuş oku kullanıldı 'Pishrev', en önemli frdi
-


Not:
-Bütün boyutlar, inçlerdedir. Parça 35.113 — 2 — parça 36.25.2562 — (18 uçuş oku) (11 uçuş oku) parçada 37'in temsilcisi ) Max. Avg. Min. Max. Avg. Min. 24.69 24.56 24.31 24.84 24.61 24.41 çapın, yığından temel aldığı toplam uzunluk............ (D1). 13. 11. 08. 13. 11. 6'da 09 içeride. Noktadan...... (D2). 25. 22. 12'de 20 içeride. Noktadan...... (D3). 30. 27. 25. 28. 26. 18'de 25 içeride. Noktadan...... (D4). 28. 26. Kertikten önce 23 daraltma... (D5). 20. 19. 17. 22. 19. 19 maksimum çap......... (D Max.). 30. 27. 25. 28. 27. Maksimum çapın 27 mesafesi
-Noktadan......... (L D Max.)Noktadan denge noktasının 13.88 13.43 13.13 14.00 13.60 13.19 mesafesi.........Yığının (B.P.) 13.88 13.43 13.13 14.00 13.60 13.19 uzunluğu......... (P). 34. 27.Kertiğin 25 uzunluğu......... (N). 75. 72. 59.Çentiğin 69 uzunluğu......... (S). 31. 30. 25.Tüylerin 31 uzunluğu*......Tüylerin (LF) 1.94 1.34 1.13 1.19 yüksekliği......... (HF). 38. 31. 25.Okun 31 ağırlığı.........236 196 162 195 187 167 sapmanın, bir 2 libre ile ürettiği tahıl.Ortada ağırlık, 22 insi iki destekte dinlendirirken okla. Ayrı ** inçler. 81. 58.33
- -
* üç tüy, 120 derece ayrı, az miktar veya hiçbir helezon çizerek gitmeyle değil; Çentikle çizgide biri.
** 2 librenin çekişinden sonuç verirken sapmaların ortalamaları. Ağırlık, ilk olarak dikey olarak, sonra yatay bir şekilde koşuyor olan okun tanesiyle uyguladı. Çok küçük fark vardı, yine de ok, desteklerde döndürülebilirdi.

11 Şubat 2008 Pazartesi

Antique Indo Persian Islamic Turkish Composite War Bow






17TH-18TH CENTURY ISLAMIC BOW


Antique 17th-18th century Islamic Indo Persian superb Composite War Bow with its original beautifully green lacquered surface with gold flecks. This particular style of bow was used by Turks, Tatars, Eastern Europeans, Persians and Northern Indians. This bow is slightly different in shape than the typical Indian bow "Kaman". The process to make a composite bow was very long and complicated, different horn was used, wood, and sinew, and a correct balance between these different components provided a highly efficient bow, therefore composite bows were very expensive compared to other weapons. The composite bows were a powerful weapon of the Islamic, Tatar and Eastern European armies. Dimensions: 47.5 cm (18 3/4 in) by 29 cm (11 3/8 in). A similar bow to this one is published in the book "Persian and Indo-Persian Arms and Armor of 16th-19th Century from Polish Collection -Catalogue exhibition Malborg Castle Museum" by Antoni Romuald Chodinski, Page362, which is described as PERSIAN -TURKISH REFLEXIVE BOW (KAMAN) 18th century. Condition: The bow is in an incredibly good condition considering its age. These types of bows were made in Turkey and Persia from the 15th to the 18th century. Since bows were very expensive and would not go out of fashion or style, they were passed from father to son and were used by the next generations, so bows made in the 17th century were still used during the 18th century. Because the Ottoman Empire and Persia have a long border and over the centuries the Ottomans were influenced by Persian art and arms and armour, the Safavides which actually were Turks were influenced by Ottoman art and arms and armour, sometimes it is difficult to determine if a bow is Turkish or Persian since in the Ottoman Empire a many different types and varieties of bows were made. For example in the Book "Schatze aus 1001 Nacht" is published a similar bow to this one from the Kunsthistorisches Museum Wien and is described as Osmanish circa 1550. In the book "Die Karlsruher Turkenbeute" from Badisches Landesmuseum Karlsruhe are also published similar bows gotten from Turks in the battle of Vienna 1683. Also in the book "Persian and Indo-Persian Arms and Armor of 16th-19th Century from Polish Collection -Catalogue exhibition Malborg Castle Museum" a similar bow is described as PERSIAN -TURKISH REFLEXIVE BOW (KAMAN) 18th century. In this circumstance we do not want to make a judgment if the bow is Turkish or Persian, however we provide our clients with a certificate of authenticity to ensure that the bow is 100% authentic antique made in the 17th-18th century. INTERNATIONAL SHIPPING COSTS ARE BASED ON DIMENSIONAL WEIGHT AND REGION OF FINAL DESTINATION.

20 Aralık 2007 Perşembe

Osmanlı Yayı Yapım Tekniği - Telhis-i Rımat' ın Tercümesi -

( Aşağıdaki fotoğraf Sayın Metin Aksoy tarafından şahsıma gönderilmiştir.)

- Dr. Metin AKSOY, kendi yaptığı Osmanlı Yayı' nı gererken.

TELHİS TERCEMESİ

( Telhis-i Resai’l-ür Rumât’ın yazarı Mustafa Kâni Efendi )
162
Erişilecek kadar mahallerin ortasından(konu ortadan başladı başı kayıp)terk edup iki sinir başlarından fazlalarını kesib ol zait kestikleri parçalara ıstılah gavsileride(yay terminolojisinde) "paça" tabir iderler.Onları bir yere koyup yay için alınan sinirleri güneşte yahut tarif olunan yay tımarı sanduğu derununda(nerde bu kısımlar hocam ne zaman tarif olundu) kuruturlar. Şöyleki iki ucundan tutup bu keman murad olunduğunda kuruluğunun misali kavi durup eğilmeye.Sonra mermer taşta büyük şimşir tokmak ile kuru kuru dövülerek yumuşayıp teltel olduğunda üzerindeki kir ve pürteklerini bıçak ile kazıyıp tathir(temizlik)olundukta, beş altı dişli demir tarak vardır ki pençe i insan şebih( insan pençesine benzer) kütükte kavice mıhlı(sıkı çivilenmiş), bir kuvvetlice adam uçlarından başlayıp ol tarakta tarayarak üskülü misal olunca (püskül misali), dest ile didüb boy boy hıfz ederler. Ve bu sinirlerin uçlarından birer mikdar kesilip paça tabir edilir, onları sıcak su ile yıkayub ve belki bir cüzi de kaynadup kirli ve dehinitli suyun döküp bade temiz yağmur suyu doldurulup, duhanıyla(duman) siyahlanmamak içün, kömür ateşiyle (ve) suyun noksan buldukça, üstüne diğer(bir) kapta ısınmuş sıcak su konarak bir kaç gün nihayet tamam cümle ol sinirler eriyüp suluca salep misal olunca sıkıca astardan süzüp
temiz süzülünce yine kazana vaz edüp tamamı paluza misali koyu olunca karuşturup kararını buldukta kadayıf tepsisi misal kenarlı şeylere döküp rutubeti azlandukta parça parça kesülüp gınnaba dizülüb gölgeye asılub gurutup icabında istimal olunur.
İbtida kaynarken erimeye başlarken daima karışdurmak gerekir ki isğale(?) ve kenarlara yapışmasın. Yapışırsa ve şiddetli ateşde kaynatulursa ve ol yıkanmazsa rengüne siyahlık gelür ve bırak olmaz (herhalde kalıcı olur demek istiyor)ve yay imalatından sonra siyah olur. Pek alası Gelibolu hayvanları sinirlerinden olur ve yalnız sinir uçlarından şart olmayıp yekpare ol tarif sinirlerin mecmuundan (cümleden- toplanmasından)da olur.
Kulak ve paça suyu, deriden de ol kaynadup yağın alub bade eriyünce kaynadub tutkal (da) ederler. Ve bu tutgalların alası ol tarif olan sinir tutgalından sonra paça suyu tutgalıdır ki layıklı tathir olunca balık tutgalı misal saf ve beyaz olur. Amma kavsilerin cüz i azimi(nin tercihi) olan sinir tutgalı ve bir mikdar da balık tutgalıdır.
Yayın beher mahalinin indel arab ve rum isimleri beyan olunur.
Arab kısmı eali ve beyti eali derler ve bizim ayak tabir ettiğimiz alt başına arab kısmı isğal ve beyti isğal tabir ederler.Bizim kasan didiğimiz başlar tamamında gavsine göre(yayına) bir garış ve ziyadece arkasında balık sırtılık olan mahaline arabısı(aynen böyle yazılmış) "alil vasi sağli"tabir ederler. Gasan etsalından gabzaya doğru olan mahalline biz sal deriz arab rakbe ve rakibtiyn derler.Ve gasan ile salın cema(öhö) olduğu mahale biz gasan başı ve gasan gözü deriz arab tayfa "vavsata" dirler. Ve sal ile gabza itsal iden mahale biz "tir geçimi" ve "gabza boğazı" diriz arab "ser kebid gus" derler. Ve sal denilen mahallin sinirine arab "mudai" derler ve zahir gabzaya urulan sinire arab "ğafare ve meh-a" derler. Ve gabzaya arab"acs ve macs" deyib gabza canibinde olan sinire arab "arb, fars" dirler, başlarda çile takılan kertiğe biz gez deriz arab ferz ve kezr ve haz dirler. Ol mahalden gasan ucu ki çile düğümü gelen yer yere kadar arab "zafer ve ğasfun" ve "fark" dirler. Ve gez yerinden yukarı yani kertiğin ucuna arab "atıra ve akbe" dirler deyu abdullah efendi tahrir ider.
İbtidadan gavis yapılmasının tabiri;
Vasıf olana bildiği kadar ve bazı risalelerin tahriri vechile tarifi şervea(?) olundu salifül zikr akçaağaç taslağını ziyadece müstağmel halkaya kaçmaz ve pek de kepade(ze) misal kurulmuş gibi durmaz(?) yay resmine keser ve törpü ile ve ısıdup eğerek ve benzedub başlarını dahi tasalluyup ...hait..... malumu sene benzedub ve dörder parmak gabza kulakların geçirmek içün uzun kağıt makarasının ucu bir parmak cürmünde açıldıkda hasıl olan yarık bir tarafı bol ve bir tarafı dar olduğu misallu(*) gabza tarafları açık ve yayın baş tarafları dar olarak vasat sallarından yarup ve mukaddim tarif olunan resimle yapılan gabza, icab eden mahalleri düzeldub ve kulakların dahi uçların inceldub ol yarılan sal yarıklarına imtizaç atturub gabzanın üstünden kulakların ucuna kadar ikişer tarafından taşin tabir edilen temur tarak çekilüb ve yarıkların içine dahi keza çekilüb ve salların şakkııla keman ve gabzanın kulakları musgalanup yani tutğallanub kurudukta tekrar tutğallanub ol imtizaç ettirilen gabza uçların sallara dört beş parmak geçürub üstünden gavi gınnab ile sarıla keman yapışdırma misal bununda balık tutgalı çeğa tutgalına galip olmak lazımdır ve salların uçları gabza boğazının tir geçiminden gabza üstüne doğru imtizac ettirmeli buna "beynel gavseyn çatığı "dirler. Bunda haz(yarma) ibtida (başlangıçta) tutgallanmazdan mugaddem imtizac(alıştırma) ettirirken muharref (tahrif edilmiş) olmaya, zira çatkısı müstakim olan gavsin tamamıda müstakim etvar (tavırlı)olub ve oklu olur, münhar(?) olur ise sonra düzelmez. Tarif olunan vechile çatma .......tabirine ağacı yapıştırulub tamam gurudukta icab eden mahallerin nizamlayup keman urulacak mahale "taşin" tabir olunan temür pençe misal tarak ile tonç düğümü mahalinden diğer tonç düğümü mahaline kadar boydan boya çekerek şişhane misal şükaflar açılub ve mukaddem tarifi teri olunan boynuzlardan kangısı urulacak ise (164)eşiyle onunda ağaca gelecek mahallerine boydan boya taşin çekilüb, muska tabirine tutgallanıp kurudukta bakıla eğer ağaç tutgalı içüb çekmiş ise tekrar tutgallanıp kurudukta tekrar keman ve ağaç ziyadece tutgal sürüp ateşde ikisinide ısıdub bade tarif olunan taşin yivleri birbiri içine geçeçek vasat gabzadan tonç halkası mahalline kadar imtizaclı yaturub keman(ın) mahallinden oynanmamak için üzerinden sıkıca gınnab dolaştırub gabza ve salların keman üstüne ateşe tutub tamam somun misal kemiğin üstü kızarunca iki kişi(165) karşı karşı oturub biri kasanlarından tutub karşısında olanda gabzadan kasan gözlerine varınca parmak kalınlığında kavi iple sarıla. Hava ve mahalline göre beş altı saat mürur(geçmek) ile sarılan ipler kesilmeyince çözülmeyecek kadar da kurumayub nemin çeküb tuttukda ipleri çözüp, ber vechi sabık salların dahi ısudup biri kasanlarından tutub diğeri sallarından sarub keza sabıku vechile anlarda kurudukta çözülüb üç veya beş saat yanında durub bade mangal hizasında bir ik zira yüksek asılan yay askısına vaz eyleyüb(asılıp) tamamı kuruya. Bade sinirlenmeye başlanır.
Ve malum olaki bu keman sarmak gayet gavi sarmak lazımdır ki tarif olunan şükeflar birbiri içne girüb ber vechi layıkın vücud misal ola. Bu surette yalınız dest ile olamadığından buna bir aleti mahsusa icad etmişlerki ismine "tencek" dirler. Kızılcık ve şimşirden yapılır. Parmaksız çolak deste benzer. Güya dirseğe kadar tavilde olub ipi ana dolaşdırub yumruğa şebih(benzer) mahalli ile sıkıştırarak sarulur ve tamam sarıldıkda bir kere bakub bu tencek denilen aletin zoruyla gavse inhiraf (çarpılma) gelmişse henüz sıcak iken yay tezgahına vurub doğrultub bade asıla. Eğer dikkat edilmeye ol eğrlik sonra düzelmez. Kurudukda kenarlarından taşan tutgalı ve icab eden kirin ve zuhuru kenarların düzeldib tathir edüb ve kasan başına tonç düğümü altıdır buradan bir karış mahallin neticesi ki kasan gözü tabir ederler. Ol bir karış mahal ki zahirde manzur olduğu vechi ile canibinin oyub çukurladub vasıtını yüksek bırakup evvel tavrı taslağında icra edib bade keman ve garını gavse vurulan misal, baştanbaşa taşin çekib bade ısıtarak iki başlar birbirüne iki karış kalarak halkalayıb, iki başı birbirine gınnab ile bağlayıb, ve musgalayıb kuruyunca tura(?) musgayı pek içerse tekrar artı tutgal sürüp kurudukta tarifi vechiyle mukaddem boya kesülüp ve sahık(?)(166) olunan taranub hazırlanan sinirleri yanına alıb ve beher gavse vurulmak için vezini mezkuru sabuk üzere tartub gaç dirhem bir yaya vurulacak ise ayurub başaka başka koyub ve beher sınıfın nısfını tefrik edüb bir yaya vurulacak başka başka beşe taksim edüb hazır olunca bir ağzı vasi tencerede dirhem -i sabuk- u zikre mutabık çeğa ve balık tutgalı suluca kararında gaynayub, henüz har iken beşe taksim olunan sinirin bir kısmını tutgala vaz edüb tutgalın içünde mabeyni yeddininde (iki elin arasında) ovuşturarak bir rütbe kesbedeki cismi vahit meşin misal bir hale gele. Ve bu oğuşturma esnasında sinirin içinde gasarak uçlar peyda olur. Onları temüzleyüb yumuşaklığı tamam kararını bulduğunda gavis üstadı zanuları üstüne vaz olunan meşin üstüne gucağına alub (kucağına deri bir örtü seriyor sanırım) tutgalda siniri oğuşturan şakirdi, yedinde olan bir boy ovuşturarak kararın bulan siniri üstadına verib diğer baki kalan dört boy sinir -ki ikiboy bir tarafa iki boy (ise) diğeri için ayrılmıştır- onlardan bir boyunu dahi mabeyni destinde kema tissabuk(önceki gibi) ovuşturmaya başlar ve üstadı ibtida tarif olunan siniri yedine aldukta bir boy sinir mezkurun vasıtını vasıtı gabzaya vaz edüb ucların sal gavse yani gabzei boğazına tir geçimi denen mahalle, vasıl edüb ve gabze-igavsin canibi selasesine(üçtebiri) yayarak imtizac ettirerek döşeyib gabze boğazları mest galem tabir olunan pirinçten masnu(yapılmış) önünde çanak iile duran suda durub icabunda sudan alub bu alete ve namle-i destin(ıslak el) kemaliyle düzeldüb imtizac ettirerek kağıt misali incelüb ve taşin tabir olunan şişhanelerin içine sine ve bu mest galem denilen aletin icabına göre dişleri ve kıvrım yerinin ucu ve arkaları kullanılur. Ber vechi tarif gabza siniri yerleştiğinde dest-i şakirdinde olan ılıcak tutgal içinde ber tarifi sabuk alıştırdığı siniri, dahi kararını bulmuş ise anıda ustası alub şakird (167) diğer boyu ovuşturmağa başlar. Ve üstad gabza boğazında bıraktığı sinirlerin ucu üstünden yedinde olan sinirin ucunu yaturub sallara doğru imtizac ettirerek kasan közüne kadar yaturub dest mest galem ile imtizac ve derunu taşinlere birleştürüb keza şakird de kararın bulmuş bir boy siniri dahi alub sal başları ve kasan gözlerinde bulunan sinir uçları üzerinden yapışdurub kasan başına- tonç düğümü altıdur- ol tarafa ucunu ağzuna alıb ön dişileri ile çiğneyib ucların altına gıvırarak kemaliyle yumuşatarak ve balık sırtı görünen yeri ile canibinde olan çukurları dest ve aleti mezkur ile hasen imtizac ve ağzında çiğneyib yumuşatarak uçları altına alıb gıvrılan sinir uçları boğaz gavsinde numayan olduğu veçhiyle imtizaca yerleştirib tamamında ber tarifi mezkur tarafı diğerin dahi kabza boğazından başlayıb tamam ettikde zeminden bir zira-i mimari yüksek duvarda olan ekseri asarlar. Ziyade yüksek asılırsa sinir çatlayıb fena olduğunu tecrübe etmişler. Kuruduğunda sulu tutkalı kahve cezvesi ile ısıdub birer fincan tarafeyne az az dökerek içirirler. Kuruduğunda bakıp icab ederse bir defa dahi böyle edüp kuruyup kararını buldukta mukaddem ayrılan nısf-ı siniri dahi başka başka beşe taksim edip ber tarifi sabık gabzadan başlayıp ,tarafeyni tamam edip asıp sulu tutkal içirerek kemalin bula. Kemaline delil gayet sulu tutkal sürüldükde kuruyunca üstü gayet mücella ve yek vücud mesikıl(?) görülürse kemalin bulmuş görülmezse suluca tutkal verirler. Ve bazı kere tutkal kuvvetlice bulunup üstü şükeflanmaya başlarsa sulu sünger sürerler. İkinci defa sinirlenecek oldukta başların dört parmak dahi rıfkla(nazikce) toplayıp kema tissabık bağlayıp törpü ile üstünü tırmalarlar. Bade tarif olunan vechile sinirlenip ve kemal bulup kurutuldukta manzur olunan vechiyle ısıtarak toplayıp baş başa yığılıup 168. kabzaya bir karış kadar çeküp gınnab ile kabzaya bend idrler. Ve ertesi sene istiğmal olunur. Eskidikçe ala olur.
Ve hafi olmaya ki yay imalında yağdan ve yağlı duhandan ve imal olunan mahalden ve destin duhanından gayet muhafaza lazımdır. Ve ol mahalde yağlı taam bile yemazlar.Zira yalpı taam duhanı ve dehini(?) deste bulaşmış olursa gavislerifasit edip sinir ve keman tutmaz. Hatta şakirdlerin biri üstadı yok iken bastırma bişürüp yemiş. Duhanı askıda bulunan muskalı yaylara fasit edüb bir türlü keman ve sinir yapışmadığından, “aklı tir misal çileden çıkayazdı” deyu manzuru olan gavsilerden mesmu amiz olmağ ile kayıt olundu.
Der teşrihi gavsi bundan sonra döşemenin sırrı;
Numayan olur, eslaf üstadları gavsin beher mahalline bir kararda sinir vurup tarif ol vechiyle derahimi(dirhemleri) tefrik ve bade nısf edip, nısfın beşe taksim ederler demişti.Vakıa böyle olup ancak ol beşe taksim olunan nısf yay sinirin dahi beş boyu bir vezinde olmayıp, kabza ve sallar ve kasanlarındirhem ve cehri mahallinin dirhemi de birbirinden farklıdır derler. Ve beher üstadında bu vezinde birbirine muhalefeti olup bu maddeyi setr etmişler. Ve bu maddeye mahrem olmanın tariki kangı üstadın gavsi indinde makbul ise onun naklinden yay yapmak murat oldukta, bir kebir leğen veya çamaşır teknesi misal bir kaba gavsin boyu vasatın da ab doldurup, yay-ı matlubeyi derin aba ilga … ve tamam cem-i endamı kuşibab açılır, ağaç ve kepadesi ve keman ve dirahim sinir yatırmaları cümle seri aşikar oldukta beher mahalli ona natbıka(benzer) yapıla demişler.
İbdita cedit halka açmanın tariki
Nu mayan ise eyyamı sayf de, şemsin şiddet harareti olan günlerde iki gün ve eyyam-ı mebitlerde dört gün mahsul izalei rutubet edinceye kadar, gündüzleri şemse talik edip, nemi izale oluna. Ve delili iki başından tutulup irha olundukda hareketinden derecei rutubet ve yebusati 169 malum olur. Ve nemli değil ise harareti şems tesir edip ısınıncaya kadar birkaç saat durmak kifayet eder. Ve eğer şems mahfi ebr(bulutla gizli) olup görünmez ise ateşte ısıtılıp boğazından kavi gınnap takıp, asa gezi tabir olunan zir de tarif olunacak aletin evvelki kertiğine çekip bakılır.Derun(iç) ve etrafında icab eden mahalleri kaptırmayarak keser ve törpü ile zatı gavse halel getirmeyerek düzeltip, bade yine ısıtıp ikinci kertiğe çekip icab ederse törpü ile düzeltip bade yine ısıtıp üçüncü kertiğe çekip keza bir miktarında durup yine ısıtıp nihayet tepe kertiğine çekip icap eden mahallerin düzeltip bir mikdar tevkif olunup salıverilip, başların düzeltüp çile kertiklerini açıp, tımar olunacak yay ise kertiklerin tarafına birer miktar sinir sarup ve sair tir yayı olacak ise sağrısını geçirüp bade tepelik tarif olunan, ala kuramlı yay resminde bir çift şimşirden mesnu dur ki iki karşılanınca bir yay resmi olur. Ve biri birinden bir parmak kadar kısadır . Yay-ı mezkuru ziyadece ısıtıp yumuşayınca tarif olunan tepeliğin dış tarafını, yayın kasan gözüne gavice bend edip, yay destgahını da tepeliğin resmine getirüp yay tamam tepeliğe imtizac edip, üstüne yattıkda yayı tepeliğe muhkem sarup bend edup ve taraf ı diğerini dahi bu vechile ısıtıp sarıp bend edip tarafeyni tepeliğe ittisal kesb ettiğinde kemend ile henüz bir berudet kesbetmeden tepelik endamı vechiule kemend ile basıp, zinciri çileye takıp, kemaliyle soğuyup kesb endam edince, tura bade tepeliğin çözüp, gurulu tura bakılıp, diken , çöken yerleri olursa bakılıp ısıtıp basıp yasıp, tekrar soğudukta endama muhalif görülen yerleri tekrar basmak ile yerine görülmezse törpü ile düzeltip, soğuyunca terk olup, ısıtıp, sinir üstünden rıfkla basarak halkaya çeviriüp tımar verilecek yay ise tımar sanduğuna vaz , ve sağrıyla 170 diğer tir kavislerinden ise askıya avize olunup, ertesi gün tepeliksiz kemend ile kurulup bakılır.Diğin çöken yerleri varsa düzeldüp, yasup mahalline vaz olunarak dört beş defa bu veçhile, tekrar olundukta tamam düzen dört taksim ve kuram-ı matluba mutabık bulunduğunda zeyl de resmi muharrir gavisler yak ve tirler boğaz törpüsü dedikleri kalın ve ince dişler törpü ile düzeldip ve perdah edip ve pota nevii sağrılı ise kemiği kazunup cilalanup, yedi taksim sağrısına nakış ve üstüne zeyl de tarif olunacak sandoloz ruganı sürülür. Ve bade nakış ve rugan tekrar nemi izale olunca güneş dokunmayarak harareti şems tesir eder mahalde avize olunup bade istimal olunur. Ayn-i şemse avize olunursa nakşi rugani şükaf peyda eder. Tamamın kuruduğunda ayn-ı şems de zarar etmez ve bez gılaf ile şemşe teallük ile tımar verilir. Müsabakat-ı heki olur ama kurulu iken muhafaza lazımdır ki çarpılır. Ol güneşledüp bade kurup zilde(gölgede) rüzgara karşı avize olunur ve insab olunan tarif ol veçhile nizami tamamda istiğmal edecek zatı bazusuna uydurup ve icabına göre asa geze gerilip, tanmam matluba mutabık olunca alınıp, düzeldilip bade nakşı rugan verilürse letafeti ile kullanılır. 18Ve tımarlı gavis ise anda men bulup tımarun aldıkta "sarsma" tabir olunur ki istimal edecek tirendaz dan kuvvetli ziyade yay çeker varsa ona suhuletle çekerek on gez ve yumuşak oku attırılır. Bir kaç defa yok ise tir ucu mahalli yerine gelmeyecek şekilde bildiği kadar çekip küşad vererek sarsup yine tımara konup ve birden bazuya uydurulmayıp 24 icab edilirse bundan sonra asa geze çeküp yine sarsup yay galip olarak istiğsale başlanur. BU bazuya uydurmakda hevaya da dikkat lazumdur.26 Lodos havalarında az gelen, poyraz havalarında münsasip gelir, bilakis poyrazda çok gelen lodosta münasip gelir. Tezlik edip gavse gıymamak evladur denmiş.
Ve bu tımarlı gavis ile sağrılı gavislerin farkı
171İbtida sinirleri döşenirken, tımarlı gavislere gavsiler ziyadece ihtimam ve sinirini yuvarlakça döşerler. Ve sağrı geçilecek gavisleri ağaçlıca ve sinirini düzce döşerler. Ağaçlı yay çiled düz durup az rutubetle dönmez. Lakin yuvarlak sinir vurulup neminden muhafa ve beze güneş tımarı verilirse ziyade ok atar. Ve gelişli tatlı olur. Ağacı ziyade olan gibi kend olmaz.
Ve yaya urulan sağrı ki seyflerin gınlarında kullanılan dana darından da olursa da sınından da olur ama ekser sadesini kullanılırlar ki üstüne nakış urulmaya ensabdır. Dana darı sade boyanup yalnız kenarlarına birer altınuze çekilirse güzel olur. Dana darı esbak sağrı derisinden sadesi esbak boynu ve omuz başından olandır. Lakin sağrı derisi kalınca olup altını ziyedece yonmak ister. Vasb derisinin tahsis olunması diğer teriler ve tirşe tabir olunan deri düzü latiftir. Ama esnemediğinden gavis kıvrılıp asıldukça çatlayup paralanup çilede "esab-ı tavil ömür yay ile bekadır" olur demişler.
Ve asa gezi tabir olunan alet meşe ve gürgen misüllü ağaçdan bilek kalınlığında ve tamamı bir zirai mimari boyunda olup bir başı kabza kemiğini muhafaza edecek miktar guru mah misal(yarım ay) oyup ve bir başına 17 dahi çileyi hamul alacak kadar bir kertik kertilip ve gabzaya vağzı olunacak başından zirai mimari ile onsekiz parmak mahalline bir kertik kertile 20 şöyleki kabza tarafından düz gelip mahalli meskure sülüs zirai mimari 21 kertülüp ve derun kertikden şevine amut( çap dik) mezkurun düzüne kertülüp keza anında şev çekülüp yirmiüç parmak mahaline yine kertülüp yirmidördüncü parmağa netice-i zira tepesine dahi 24 kertülüp, tepe kertiği olup şekildeki vaka resmi üzere yapılır. Bir ve iki ve üçüncü boy gavislere boyuna göre kullanılıp, meşk yaylarının kirusi 26 sökülmek için nihayet kertiğe çekilüp şöyleki; Çekilecek gavsin 27 çilesinin iki tonçu birleştirilip, tamam ortasına nişan edüp, gavsin 28 gurup gabzasının tamam vasatına asa gezi tarif olunan gure misal 172 olan başına dayayup ve çilenin tabir olunan vasat derunine kabzadan tarafaına bir hilal cürmi kadar inhiraf bulunmaya, ve diğer ucuda karnına 3 dayayıp kerteler üstünde ola.Ve çilenin nişan konulan mahallin vasat 4 geze getürüp ve iki dest ile gezin gurbundan (yakınından) tutup iki kademle 5 kurar ki gavsin kabza canibine dayanıp çileyi çekerek keza vasatından yürüterek sıyırup, evvelki kertiğe indire bırakup vücudu gavse ol radde ile ülfet ettikde bir veche i sabık ikinci kertiğe çeküp anda dahi biraz alıştıkda üçüncüye çekecek ise keza anda dahi çeküp birkaç saat tevkif oluna. Malumdur ki meşk yeylerı törpü ile ibtida kola uydurulsa biraz istiğmal olundukta gevşeyüp telef olur. Lakin çok kalan gavisler birkaç nöbet bunun ile meşk ve tir gavisleri bunun ile terbiye olunup, kararına indikte istiğmal ve icab ederse ondan sonra azaltılır. Ama “gavsin marazı mevti gibidir “ bunu çeküp hatırdan feramuş olunursa yalınız gıçı değil mecmuu endamı gevşeyip okda gezde dahi atfeti kalmaz demişler.
Cümle tirler ve hava gezi malum olduğu veçhile çam ağacından olup fakat torba gezi gürgenden olur. Samanlı deyu kerestecilerin ve furuhat ettikleri üç parmak cüssede ve bir kulaç tavilde dörder köşe parçalardır. Onların muvecleri sık ve sıklsrından ayarub biçup taslayup birkaç sene tabii kuruyanından ala torba gezi olur. Yirmisene durmuş olsa da dahi ala olur. Edna mertebe iki üç sene murur lazımdır. Endamında kiriş endam tabirine ol sıbgat etmiş idi. Zeytuni temren ve kiriş endam ki ayağı ince bedeni karınlı olmayıp boğaz karın kademi bereber gibi olan puta tirinde nişane ziyade kezer ettiği misüllü torba meşkinde dahi seri u tesir ve letafetli olur. Bade tecrübe malum olmuştur. Ve Çerkezler kayın ağacından tir yapıp mahariyeyle kullanırlar imiş.
Eslafta birde kamışın ok istiğmal olunup hala menzilleri de mevcuttur. Ve çamdan olan tirleri yüz kez sebgat eder demişler. Bu risale tahririne kadar 173 puta ve yeksuvar tirleri kamıştan kuruldu lakin eslaftan ,bakiye olmakla köhnemişve tutkalı gevşemiş ve paralanırsa tir i diğeri gibi de olmadığından tehlike olma ile hiç atana tesadüf olunmayıp ve ikdam tarihlerde ihtiyarlardan tahkik olundu ki atılmamış.
Abdullah Efendi Merhum imalini tarif eder. Şöyleki o bir nevi hindi gamış olup 6 bu diyarlar gamışları gibi deruni boş olmayıp tulu ve sırçası kalın ve boyunları tirboyundan uzun olup cüsse i tire kıyasla altı oniki onsekiz parça o kamışı boydan boya çok edip endamını tavrı tire münasip beher parçasını düzeltip her kaç parçadan olacak ise bir yere getirildikte matlup olan endamı tire uydurunca imtizac 11 ettürüp bade bir ince rik telin üstüne beher enlerinin boydan boya tutkallayup imtizac ettirildi. Ve cümle bir yere cem edüp üstünü sarıp kurudukta çözüp, sıvama tabir olunan hatemde resmi muharrer(kitabın sonunda resim var) 14 alet ile mahalli eklerin üstün celavetle içinden çıkarup temren ve gez bakımın takıp istiğmal ederler demiş.
Cümlenin malumu olduğu veçhile yüzeli seneden beri envai tir çam ağacına münhasır olup ve bu gadarte teali cemiu zirruh ve biruhak bir maktezi mahlukiyeti insan misülli bir hat kemali indel ehl inkare mecel olamayup bu cümleden erbabına hafi olmayan çam ağacının mesela fidanından derecei kemali on seneye mevkuf ise suni(sin-nun) insan 20 erbağına vesul misal devla ve arza hat itidal olup ve ol müddete 21 bulduğu nuşu ...
-
- ( Tercümesi ; Y. Metin Aksoy' dan alınmıştır.)
--
- Not : Eserin orjinalinde eksik bölümler vardır.

** &&&&&&&& **

Osmanlı Yay Yapım Tekniği :

Kompozit yaylar içinde en kısa olanları Osmanlı yaylarıdır. Bu sebeple çok güçlü ve pratiktirler.
Boynuz, tahta, tutkal ve sinirin (hayvan tendonu) bileşiminden oluşan bu yayların ileri derecede teknik beceri gerektiren yapımı ortalama üç yılı alırdı. Kullanılan malzemelerin oranı değiştirilerek yayın gücü, hızı, menzili ve esnekliği ayarlanırdı. Farklı amaçlarla (hedef, menzil veya savaş yayları) yapılan yayların esneklik ve hızı farklı olurdu.
Osmanlı yayı ve başka bir Osmanlı yayından ayrıntı (Askeri Müze-Harbiye/İstanbul)

Yayın ahşap kısmında akçaağaç, kızılcık, porsuk ağacı tercih edilirdi. Tutkal olarak sinir veya deriden elde edilen çega tutkalı veya Mersin Balığının (Acipencer Gueldenstaedtii veya Huso huso) dokularından elde edilen balık tutkalı kullanılırdı. Balık tutkalının yapımında, Mersin balığının damak mukozası ve hava kesesi kullanılırdı. Yayın sinir kaplaması için tercih edilen tendon, öküz bacağından alınan aşil tendonu idi. Kullanılacak boynuz da, öküz ya da mandadan elde edilmekteydi.
Yayın yapımında kullanılacak ağacın, budaksız sık ve paralel damarlı olanı özenle seçilerek sonbaharda kesilirdi. Yayın ahşap kısmı üç ya da beş parçadan oluşurdu. Bu parçalara istenen şekil verilir ve en az bir yıl kurumaya bırakılırdı. Ağaç parçalar kış mevsiminde balık tutkalıyla birbirine yapıştırılır, boynuzun tahtaya yapışacak iç yüzeyine ve yayın karın kısmına (atış sırasında okçuya bakan yüzey) karşılıklı yivler açılıp tutkallanırdı. Sonra, ağaç aksam ve boynuz, birbirine iple sımsıkı bağlanırdı. Yaz mevsiminde yayın sırt kısmına (atış yaparken hedefe bakan kısmı) çega tutkalıyla 2-3 kat sinir yapıştırılır, her kat sinirden sonra daha daraltılmak üzere yay iple yay askısına alınır ve bir yıl boyunca kurumaya bırakılırdı. Kuruyan yayın sırt kısmına İlkbaharda atın sağrı derisi ya da kayın ağacı kabuğu yapıştırılıp sandaloz yağı sürülürdü. Böylece yay kiriş takılmaya hazır hale gelmiş olurdu. Yay, ısıtılmak suretiyle yumuşatılır, ahşap formlar kullanılarak ve asa gezi denilen özel bir sırık/kalıp yardımıyla alıştırılır ve uygun şekle ulaşması sağlanırdı.


Yay yapımında kullanılan el aletleri (Yukarıdan aşağıya: Keser, taş'in, tencek) (Askeri Müze-Harbiye/İstanbul)

Yayın en büyük düşmanı nemdir. Nemden koruma gereğinin yanı sıra, atıştan önce performansını yükseltmek için yay özel kutular içinde veya güneşte ısıtılır ve sinir ile tutkalın bünyesindeki su buharının uçması sağlanırdı. Buna “timar vermek” denirdi.
Yaylar kullanım amaçlarına ve yapılış metodlarına göre puta (hedef), menzil, kepaze, timarlı, tozlu, tirkeş, sağrılı gibi çeşitli isimler alırlardı.
(Bu metindeki katkılarından dolayı Sn. Süleyman Cem Dönmez'e teşekkür ederiz.) - kemankeş.com'dan alınmıştır.

(Aşağıdaki iki fotoğraf Sayın Süleyman Cem Dönmez tarafından şahsıma gönderilmiştir.)
- Süleyman Cem Dönmez'in günümüz şartlarında yaptığı Osmanlı Yayı .

- Ziraat mühendisi olan Sayın Süleyman Cem Dönmez; günümüz imkanlarıyla kendi yaptığı Osmanlı Yayını gererken.

- BU İKİ YAY USTAMIZ ve DİĞER UĞRAŞANLAR KÜLTÜR BAKANLIĞI TARAFINDAN DESTEKLENİP, BİR PROJE ÇERÇEVESİNDE OSMANLI YAYLARININ YAPIMINA ACİLEN BAŞLANMASI GEREKMEKTEDİR . ÇAĞ KAPATIP ÇAĞ AÇAN ATA YADİGARI OSMANLI YAYINA SAHİP ÇIKMAZSAK BAŞKALARI SAHİPLENECEKTİR. İLGİLİLERE DUYURULUR !...

OSMANLI YAYI YAPIMI RESİMLERİ :