'' Kafesinden kaçmış birer kartal gibi, hiç yorulmamış ve aç kurtlar gibi, amansız bir Sayan dağı fırtınası gibi geldiler üstümüze prensim. Son askeriniz de orada can verdiğinde ve son bayrak da toprağa düştüğünde, onlar hiç arkalarına bakmadan ve sanki hiç savaşmamış gibi sürdüler atlarını bozkıra. Prensim soruyorsunuz nasıl durdurabiliriz diye? Efendim, onlar (TÜRKLER) durdurulamazlar."
(Çinli komutan Ho-Tsun'un Çin prensine hitaben yazdığı mektuptan alıntı)

“Bismillah ve ali berekatü Resulullah, Kabza, Cebrail Aleyhisselâm eliyle Hak Teala'nın emriyle, cennetten çıkıp, evvela Âdem Aleyhisselam'a verildi, ondan sonra, Sultan-ı Enbiya, Peygamber Efendimize verildi. Onun izni şerifiyle Sâd Bin Ebî Vakkas pirimiz oldu. Ondan, sahabe birbirine verdi, oradan ustalar aldı, benim ustam da bana emanet etti, ben de emaneti sana teslim eyledim. Fîsebilillah, niyet edip gaza niyetine ok at, talip olan kabza aşıkına bu minval üzere, hayır ve dua ile teslim edersin.” ( küçük kabza merasimi duası )


1 Aralık 2008 Pazartesi

Başka Söz Yok,İşte Türk Okçuluğu; Bak ve Tarih Konuşsun, Sen de Yaz

NECMEDDİN OKYAY
(Resmin Kaynağı : turkokculugu.com - Metin Ateş)

Osmanlı Okları

Türklerin 15. yüzyıldan önce kayın ağacından yapılmış oklar kullandıklarını Dede Korkud Kitabı'ndan öğreniyoruz. 15. yüzyıldan itibaren ok gövdeleri kamıştan yapılmaya başlamıştır. Bu dönemde ağaç oklardan da vazgeçilmemiş, ancak kayının yerini daha hafif olan çam ağacı almıştır. Kamış hem darbelere dayanıklı hem de hafif olması sebebiyle en makbul ok gövdesi materyali kabul edilmiştir. Ancak ok yapımı için uygun yapısal özelliklere sahip kamış türleri Hindistan'dan ithal edildiğinden, ok ihtiyacının artması ile kamış oklar çok fazla pahalanmıştır. Bu fiyat artışı sebebiyle kamış ok kullanımı 16. yy.'dan itibaren terk edilmiştir.
Osmanlılar okun kısımlarını insan vücuduna benzeterek adlandırmışlardır. Ok, kirişe takılan gez kertiğinden ucuna kadar 24 eşit parçaya bölünmüş; arkadan öne doğru ilk 4 kısmına baş, başın bitimine boğaz, 11. kısma göbek, boğazla göbek arasına göğüs, göbekten 17. kısma kadar olan yere baldır, baldırdan uca kadar olan kısma ayak denmiştir.Okun ayağına takılı olan ok ucu demirden yapılmış ise temren; kemik, boynuz, fildişi veya balık dişinden yapılmış ise soya adını alırdı. Ok gövdesinin arkasında, yani baş ve boğaz kısmındaki dümen tüyleri yelek bazen de sakal, peylek veya yün diye isimlendirilirdi.
Osmanlı Oklarının Çeşitleri
Oklar yapıldıkları malzemeye göre kamış ve ağaç oklar olarak sınıflandırıldıkları gibi, kullanım alanlarına göre tirkeş oku, talimhane oku, puta oku, menzil oku, idman ve meşk oku gibi adlar alırlardı.Kamış oklar da, ya tek parça kamış kullanılarak ya da kamışın boyuna kesilmesiyle elde edilen ince şeritlerin birbirine yapıştırılıp ok gövdesi haline getirilimesiyle yapılırdı. Bu ikinciye, "içi boş" anlamına gelen "mücevvef" denirdi. Kamış oklar, yapım teknikleri bakımından yekpare boğumlu, yekpare boğumsuz, çok parçalı mücevvef ve çok parçalı içi dolu kamış oklar olmak üzere ayrılırdı.Menzil okları ayrıca gövde biçimlerine göre ayrılırdı:
1- Kiriş endam: Okun gövdesi gezden itibaren boğaz, göbek ve baldırda hep aynı kalınlıkta devam eder, ayakta uca kadar incelir. Kamış oklar en çok bu endamda yapılırlardı.
2- Tarz-ı has: Boğaz yeri az ince, gövde kalıncadır. Ayak çok incelmeden uca kadar gider.
3- Şem endam: Boğaz kısmı incedir, göbeğe kadar kalınlaşır. Baldırdan itibaren fare kuyruğu gibi gittikçe incelerek sonlanır.
TÖREN VE KURALLAR
Eski zamanlarda spor yarışmaları yapılsa da, onun disipline edilmesi yeni çağ ile beraber olmuştur.Ok Meydanlarında talim veya yarışma için atış yapılmadan önce atıcıların, hazır bulunanları öne doğru hafifçe eğilip selamladıktan, onlara "şevkınıza!" diye hitap ettikten sonra atışa başlamaları, orada bulunanların da (kuvvet ola!) diyerek cevap vermeleri adetti. Bundan sonra atıcı oku çekerken kalbinden Allahı yadeder ve uzun bir (Yâ Hak!) diye seslenerek, yayını iki elinin bütün gücüyle çekerdi. Bu töreni, okunu atmadan önce usulü ile yapmayan atıcı, bir rekor kırsa bile muteber sayılmazdı.Gerçek atıcı, yani bir üstaddan Küçük ve Büyük Kabza alarak menzil atmamış atıcıya, hiçbir meydanda menzil attırılmaz ve hiçbir havacı da hava yerine gidip destar bozamaz. Bu kanundur.Küçük Kabza Alma Töreni; çırak (şakird) ustasının önünde diz çöke^rek durur. Üstadı sol eliyle bir yayı kabzası altından tutarak bir konuşma ya^parak, kabzayı sol eliyle şakirdinin sol eline teslim eder ve sağ elindeki bir oku veya gezi şakirdin sağ eline verip usulünce çektirerek kabza almış olunur. Bu törenle Küçük Kabza alan şakird üstadından atıcılığın tekniğini, nasıl idman yapılacağını ve bir atıcıda bulunması gereken ahlaki özellikleri öğ^renmeye başlar. Büyük Kabza alıncaya kadar onunla çalışır. Bir süre içinde Küçekçe yayı ile Havagezi'ni torbaya atarak idman yapar. Bu idmanlar, üs^tadı yeterli görünceye kadar devam eder. Üstadı yeterli görünce Ok Meydanı'na giderek Puta ve Menzil atışlarına da çalışır.Büyük Kabza Alma Töreni: Kendisine Küçük Kabza veren üstadıyla ok atmayı meşk eden atıcı, Haki okuyla (800) geze, Yüksüvar okuyla (850) geze ve Pişrev okuyla da (900) geze atabilecek duruma gelince, üstadının da iznini alarak meydan ihtiyarlarına gidip; "İhtiyarlar, duanız ve izniniz ile Müsahık isem 900 gez menzile talibim" der. İhtiyarlar atıcının hangi menzil^de duracağını, yayının ağırlığının o menzilde atmaya uygun olup olmadığını, okçusunun ve yaycısının kimler olduğunu öğrendikten sonra, başka bir engel de bulunmuyorsa atışa müsaade ederler.Osmanlı Devleti'nin diğer kurumlarda olduğu gibi, ok atıcılarının da eskiden beri uygulaya geldikleri "Adet-i kadime"leri vardı. Ok atışları da bu eski kurallara göre yapılmaktaydı. 1682 yılında "atıcılar yasası" kabul edi^lince, o tarihten itibaren de atıcılar yasasına uyulmaya başlandı.Osmanlı'da ok meydanlarında yapılan ok atışlarında kurallara uymayanlara müsaade edilmez, bütün atıcıların kurallara uyması gerekirdi. Kurallara uyulmama durumuyla ilgili bir kaç örnek?Ünlü yay ustası ve atıcı Arab'ın oğlu olan İbrahim (Sultan Beyazıd za^manı atıcılarından) Haki okuna Peşrev yeleği takarak attığı için, diktiği menzil taşı sonradan çıkarılmıştır.Solak Mehmed Bey (900) gezden aşağı attığı için, taşı anataş kabul e^dilmeyip, Kepenekçi Reis'in taşı anataş kabul edilmiştir.Yine bir atışta yalnız havacılar olduğu için taş dikilmemiştir.Hacı Süleyman'dan sonra Talimhanecibaşı Küçük Ali aşın atmış ise de kurallara aykırı olacak kadar ana taşın sağ tarafına (şast) düşürdüğü için, Hacı Süleyman, taş diktirmemiştir.Abdi Ağa (Sultan NI. Selim zamanı atıcılarından), Memiş Efendi'nin "Mercan Ağa Menzili"nde poyraz havasında 960 geze taş dikti (m. 1793). Mehmed Vahid Paşa, Abdi Ağa'nın dinî kurallara (şer-i şerfie) aykırı hareketlerde bulunduğu ve uyarılara rağmen düzelmeyeceği/ıslah olmayacağı anlaşıldığından, örnek olsun diye/ibret için taşı ok meydanından çıkarılmış.
YASAL DÜZENLEMELER
Osmanlı Devleti'nde; yetkili, bilgili ve mütehassıs kişilerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan bir kurultay (Şüra) tarafından ele alınmış ve devrin hükümdarları tarafından tasdik edilmiş bir "Atıcılar Kanunu" (Kanunname-i Rımat) vardı. Bu ilk Osmanlı spor kanunudur. 1682 Ağustos ayına gelinceye kadar, ok atıcılarının (tirendaz) kendilerine özel yazılı bir kanunları yoktu. Buna rağmen yüzyıllardan beri uygulana gelen adet-i kadimeler kanun diye adlandırılmıştır. Atıcılar Kanunnamesi'nin yapılmasına neden olan hadiselerden birisi şöyledir: Feridun zade Mustafa Çelebi, atışın yapıldı^ğı yıllarda (1682'den önce) Ok Meydanı yaycı esnafın eliyle yönetiliyor ve onların izniyle taş dikiliyordu. Mustafa Çelebi'ye taş dikmede zorluk çıkarılmış olmalı ki; mahkemeye başvurarak ilam (mahkeme kararı) alıp taşını dikebilmiştir.İstanbul Ok Meydanı'nda Büyük Kabza almış, yani Peşrev okuyla 900 geze ok atmış atıcıların isimlerinin yazıldığı bir defter vardır ki buna; "Atıcılar Sicil Defteri" denmektedir. Atıcılar Sicil Defteri'ne 1682 yılından 1891 yılına kadar 3375 atıcının ismi yazılmış. Sicile en son olarak, 22 Muharrem 1309-M. 27 Ağustos 1891 günü, kabza alan altı atıcının adı yazılmış.İstanbul Ok Meydanı ile ilgili yasal düzenlemeler içerisinde padişah fermanlarını da görmekteyiz. Bu fermanlardan tespit edilenler şunlardır: Kanuni Sultan Süleyman'ın (18 Mart 1523, 26 Ekim 1524, Ekim 1527, 30 Ha^ziran 1546) tarihlerindeki dört fermanı. Sultan N. Selim'in 5 Ekim 1575 tarihli fermanı. Sultan III. Mustafa'nın 15 Mart 1696 tarihli fermanı, Sultan II. Mahmut'un 1819 ve Temmuz 1820 tarihli fermanı ve Sultan Abdülmecit'in Aralık 1848 ve Ocak 1849 tarihli iki fermanları.YARIŞMAOsmanlılardan önce üç çeşit ok atılıyordu. Bu atışlardan ikisi; Nişanı vurma (Puta atışı) ve Darp vurma (Kütük veya kalkan gibi sert şeyleri delmek için) atışları savaşa hazırlık amacıyla yapılıyordu. Menzil atışları (oku uzağa düşürmek) ise, Ok Meydanlarında spor okçuluğu olarak yapılmaktay^dı. İstanbul Ok Meydanı Tekkesi Hıdırellez günü (6 Mayıs) açılmakta ve ok atışları altı ay boyunca her hafta Pazartesi ve Perşembe günleri yapılmaktaydı.Nişana (Puta/Buta) Atma Yarışması: İki kişi veya iki takım arasında yapılan nişanı vurma atışlarıdır. Atış yapılan yere "Sofa" denilir. Nişan genellikle sepet veya bir tahta üzerine, beyaz boya ile yapılmış çenber şeklinde olup, atış bu beyaz kısıma yapılır. Nişan tahtası veya sepet, atış yapılacak yerden (200-300) adım uzaklığa konulur. Atıcılar; oturarak, diz üstü durarak veya ayakta nişan alıp bu ipin altından atışlarını yaparlar. Nişana isabet e^denler sayılır. Kimin oku fazla nişana saplanmış ise, ödülü o kazanmış olur. Nişana atışın kendine has kuralları vardır.Darb Vurma: Genellikle tunç kalkanlara, cam bardaklara, aynalara ve tunç zillere yapılır. Bunun için özel surette yapılmış yay ve oklar kulla^nılmaktadır. Darb atışları, sert yayları çekmeye önem veren, Büyük Selçuklu Devleti sultanları zamanında, ordunun eğitimi sırasında yapılmaktaydı.48 Darb vurma, Padişahların yaptırdığı düğünlerde özellikle cündiler ta^rafından gösteri sporu olarak yapılmaktaydı. Kanuni Sultan Süleyman'ın (1534) ve (1526) yıllarında yaptırdığı sünnet düğünlerinde, bu tür darb vurma gösterileri yapılmıştı.49Menzil Atışı Yarışması (Koşusu): Menzil atışları içinde Ok Meydanları yapılmaktadır. Osmanlılar, Bursa'nın alınışıyla (1326) menzil atışlarının yapılabilmesi için "Atıcılar Meydanı" yaptırdıkları bilinmektedir. Yıldırım Bayezid, Niğbolu Savaşı'nda (25 Eylül 1396) aldığı esirlere bu meydanın toprağını kalburdan geçirtmiştir.50 Osmanlı İmparatorluğu'nun hemen her büyük şehrinde Ok Meydanları bulunduğu için, buralarda ok atma eğitimleri ve yarışmaları da yapılıyordu. Ancak, menzil atılıp taş dikilmiş meydanların sayısı 38 kadardır ve her meydandaki menzil sayısı da aynı sayıda değildir. Bunun nedeni, o meydanın jeolojik durumu, büyüklüğü, çevresindeki nehir ve dağların konumu ile, o yerde esen rüzgarların yönüyle ilgilidir.Osmanlıların menzil atışlarında taş dikme geleneğini getirmeleri ve bunun için kurallar koymaları, hiçbir millette olmayan sportmence bir buluş ve sporcuya değer veriştir. Orhan Gazi zamanından beri 500 sene sürekliliğini devam ettiren bu spor geleneğinin, atıcılarının yetişmesinde ve iyi dereceler alınmasında çok büyük tesirleri olmuştur.Menzil yarışmaları ve menzil bozma atışları havanın durumuna göre yapılmaktaydı. Atıcı hangi hava ile atmak istiyorsa, o havanın estiği günler^de atmak istediği menzil üzerinde çalışır. Atış yapılacağı zaman, rüzgar ar^kaya alınır ve rüzgarın estiği yöne doğru atış yapılır. Rüzgarın yönünü belirlemek için, havaya ipek mendil atılır. Rüzgar mendili estiği yöne doğru götürür. Bu şekilde rüzgarın yönünün belirlenmesine "Dökül" denilir. İstanbul Ok Meydanı'nda atış yapılacak rüzgar yönleri (hava) şöyledir: Yıldız, Poyraz, Gündoğusu, Keşişleme, Kıble, Lodos, Batı ve Karayel.Menzil yarışması/koşusu üç boyda yapılır. Birinci koşu (Aşağı koşu); 900 geze kadar ok atabilenler katılır. İkinci koşu (Orta koşu, Dokuzyüzcüler); 900'cülerin koşusudur. Üçüncü koşu (Baş koşu, Binciler); 1000 gezden yukarı atanların katıldığı koşudur. Dördüncü koşu (Binyüzcüler); 1100 gezden yukarı atanların katıldığı koşudur.Menzil atışı yapmak için ihtiyarlardan izin alan atıcı, meydanın her yerinde atış yapamazdı. Çünkü, menzil atış yerleri iki bölüme ayrılmıştı. Birisi henüz 900 gezin altında atanların yani "Müstahık'ları, diğeri de 900 gezin üstünde atan sicilde yazılı atıcıların yeriydi. Müstahıklar yalnız "Ali Bali'' yerinde atış yapabilirler. Sicile kayıtlı olan 900, 1000 ve 1100'cü atıcılar ise; Tepebaşı, Hünkâr Ayağı, Parpul, Rum Yusuf, Haki Ayağı... gibi menzillerde atış yapabilirdi. Bu kurala uymayanlar cezalandırılırdı.Menzil atışlarının yapılış amaçları: Antrenman (meşk) için, kabza al^mak için, yeni bir menzil açmak için, açılmış bir menzilde Baştaş'ı geçip taş dikmek için, kendi taşın ileri sürmek için ve yarışmak (koşu) için yapılmaktadır. Atış hangi amaca yönelik olursa olsun, hepsinin hem birleşik ve hem de ayrı ayı-ı (Ayin ve erkanı) vardır.Atıcı, menzil bozmak/baştaşı geçmek istediği zaman, hangi menzilde duracağını önceden meydan ihtiyarlarına bildirip görüşlerini ve izinlerini a^lır. Atış yapılacağı gün belirlenerek, o gün ayak yerinde okçusu, yaycısı, iki ayak şahidi ve o menzilde daha önce taş dikmiş bir atıcı bulundurulur. Ok'un düşeceği Hava yerinde meydan ihtiyarlarından üç kişi bulunur, başkalarının bulunmasına izin verilmez. Bu üç ihtiyardan birisi baştaş'nı sağında biri so^lunda ve üçüncüsü de ilerisinde durarak oku gözetler. Atılan ok baştaşı geçerse havacılar başlarındaki dülbendleri havada sallayarak işaret verirler. Buna "Destar Bozdu" denilir. Destar bozulunca, beştaş geçilmiş sayılır ve ayak yerinde bulunanlar topluca okun yanına giderler. Atışın ve yapılan rekorun sayılabilmesi için salkı düşmemiş olması, yani okun Anataş'ın 40 adım sağ (şast) ve 40 adım solu (kabza) dışına düşmemiş olması gerektiğinden, önce bu durum belirlenir. Geçerli sayılan ok, meydan ihtiyarlarından veya atıcinin yakını tarafından, saplandığı yerden dualarla çıkarılıp atıcısı^nın eline verilir. Menzili bozan veya taşını süren atıcının yerden çıkarılan okunun düştüğü yer belli olsun diye, oraya bir nişan konulur ve baştaş�tan kaç adım ileri düştüğü ölçülüp hep birlikte meydan şeyhinin yanına gidilerek durum anlatılır ve atıcı taşının dikilmesi için izin ister.İstanbul Ok Meydanı'nda yapılan menzil atışlarında Osmanlı Padişahlarından; Sultan IV. Murad, Sultan NI. Selim ve Sultan N. Mahmut taş dikmişlerdir.Kabağa ok atma: Spor alanının ortasına dikilmiş yüksek bir ağacın ve direğin tepesindeki kabağa, at koştururken ok atıp vurmak, Türkler'in çok eskiden beri yaptığı bir spor türüdür.Türkler gittikleri her ülkeye bu sporu götürdüler. Kıpçak Türkleri Mısır'a, Babür Şah Hindistan'a, Selçuklular İran'a ve Anadolu'ya götürüp savaş eğitimi yaptılar. Bazı şehirlerde bu sporun yapıldığı alanlara da "Kabak Meydanı" denildi. At üzerinde ok atmaya yönelik bu sporu yapmalarının tek amacı, düşmandan kaçıyormuş gibi manevra yapıp geriye ok atarak, onu vurmaya alıştırma eğitimidir.
ÖDÜLLER
Osmanlılar eski Türk geleneğini sürdürdüler. Ancak, müslümanlığın kuralları gereğince, ödül koyarak yapılan oyun ve spor yarışmalarına Osmanlı uleması da64 bazı yarışların bir kumar halini almaması gibi bazı kısıtlamalar getirdi. Bu nedenle menzil yarışmaları da o kurallara uyularak yapılmaktaydı.İyi atıcılar, padişahlar ve devlet büyükleri tarafından çağımızdaki imkanlarla ölçülemeyecek derecede ödüllendirilirdi. Hatta bu ödüller yalnız ok atan atıcıya/kemankeş'e verilmez, onun okunu ve yayın yapan ustalara da verilirdi. Çünkü her rekor yapan ünlü atıcının kendisine özel yaycısı ve okçusu vardı. Bu ustalar yalnız o atıcıya ok ve yay yapar, başkasına hele o atıcıya rakip olan atıcıya yapmazlardı.Ok yarışmalarında/koşullarında birinci gelene ödül vermek adetti. Ödül para olabileceği gibi, kumaş, koç, at, kısrak,68 havluya benzer işlemeli çevre (yağlık) vs.de olabilirdi. Kemankeşler kendi aralarında yarışırlarken genellikle küçük ölçüde bir ödül, örneğin bir yay, bir tarak koyarlardı.Ödülün ne olduğunu, nasıl ve kime verileceğini yarış/koşu başlamadan önce kesinlikle tesbit etmek gerekmekteydi.1710 yılında Ok Meydanı'na yapılan binişde, koşullarda birinci gelen Taberdar Mehmed'e altı altın, Kilerli Çuhadar Mustafa'ya beş altın ödül verilmiştir. 1765'de tertiplenen bir koşuda ise, dört gruptan her birine onar kuniş ödül konmuştur. 1791'de NI. Sultan Selim'in katıldığı bir koşuda kazananlara beş adet elbiselik telli diba ihsan olunmuştur.Ok atışlarınıda menzil taşı dikerek bu başarısından ötürü; Miri Alem Ahmet Ağa'nın saraydan çıktığı ilk zamanlarda, Yıldız-Poyraz havasıyla 1146 geze atarak baştaşı dikince (bu taş Ahmet Ağa'nın ilk taşıydı), Kanuni Sultan Süleyman Ahmet Ağa'ya hil'at giyindirip Ok Meydanı'nda büyük bir ziyafet vermiştir. Ayrıca yaycısını ve okçusuna da maaş bağlayıp ödüllendirdi. Yine Ahmet Ağa'ya 1271 geze ok atarak Lodos Menzili'nin baş taşının sahibi olduğundan, Gelibolu Sancağı ile Kapudanlık (Kaptan-ı Derya),ihsan edilmiştir.Mehmet Çelebi, Hacı Süleyman Menzili'ne taş diktikten sonra, Sancak Beyliği ile ödüllendirilmiştir.XNI'ncü yüzyılın en büyük atıcılarından Ali Ağa, Sultan 111. Ahmet zamanında, Enderun'un Hasodası'na alınmıştır.
İMALAT
Okçuluğun dayandığı okçuluk ve yaycılık sanatı da uzun zaman sürümden düşmemiştir. Okçular ve yaycılar, eski esnaf kurumları arasında varlığını koruyabilmiştir. Osmanlılar, okçuluğun ve yaycılığın imalatıyla ilgili bir teknolojiye sahiptiler.Yaycılık İmalatı: Fatih Sultan Mehmed, Yeni Saray'ı (Topkapı Sarayı) yaptırdıktan sonra, Birun cemaatı içerisine yay ustalarını da alınıştı. Bu yay^cıların sayısı az olup, ayrı bir bölük olmayıp, "Cemaat-ı Silahdaran"ların arasındaydılar.Osmanlı Devleti'nde ün yapan yay ustaları, Saray dışındaki esnaf arasından çıkıyordn. Bu ustalarını yaptığı yaylar dünyanın en iyi yaylarıydı.Bütün yay esnafının yaptığı yaylar, o şehrin kadıları tarafından belirle^nen bir fiyat üzerinden satılıyordu. Bununla beraber san'atındaki becerisiyle ün yaparak "Üstad" ve "Cihan Pehlivanı" ünvanını kazanmış olan yay ustalarının yaptığı yaylar, bu narha tabi değildi. Onlar ancak, menzil bozarak rekor yapan ünlü atıcılara yay yapar, hatta beğendiği ve taraftan olduğu atıcının rakibi çok yüksek ücret verse de o atıcıya yayını satmazdı. Yay esnafının yaptığı yayları genelde sıradan atıcılar ve hevesli gençler almaktaydı. Narlı yani belirlenen fiyat üzerinden satma zorunluluğu, atıcılık sporunu yaşatmak ve yapacakları korumak amacıyla alınmaktaydı. Ok ve yay imalinde ve satışında narlı, tahdit ve standardizasyon gibi iktisadî kaideler. sıkı bir şekilde tatbik edilmekteydi.Osmanlı ustalarının yaptıkları yaylar, bilhassa Avrupa devletlerindeki yaylardan çok farklıydı. Osmanlı yayları ile daha uzağa atılabiliniyordu.Yaylar kullanıldıkları yere göre: Atış yayı (tunarlı olup, menzil atışlarında kullanılır), Puta yayı (puta atışlarında kullanılır), Darb yayı (savaşta ve kütük darbında kullanılır), Temrin yayı-Haki (antrenman/idman yaparken kullanılır), Kepade yayı/Kepaze (Yeni ok atmaya başlayan gençlerin kolayca çekmesi için kullanılmaktadır).Osmanlı ustalarının yaptıkları yaylar, tamamen ülkemizde bulunan nes^nelerden yapılırdı. Ünlü ustaların yaptığı yaylardan 200 sene hiç bozulmadan kullanılanlar olurdu.Yay yapmaya en elverişli ağaç, Akçaağaç denilen ağacın Gerede yöresinde yetişen türü olup, gölgeli, sulak ve çayırlık yerlerde yetişenlerinden daha iyi yaylar yapılmaktaydı. Tımarlı olan menzil yayları, Haki ve Gez yayları Akçaağaç'tan, sert olması gereken Puta yayları da Kızılcık ağacından yapılmaktaydı.Menzil atışlarında yayların boy ve ağırlığının atıcının boyu ve kol uzunluğu ile uyumlu uzunlukta olması, yaylarını ağırlığının da ok'un ağırlığı ile orantılı olması, teknik bakımından çok önemliydi. Her atıcı kendi vücut ölçülerine uygun yay ile atış yaparsa başarılı olabilirdi.Sultan Abdülaziz zamanında (1861-1 876) ok atanların sayısı da azalmış olduğu için, yaycılık artık ustaları geçindirmez olmuştu. O nedenle yapılması çok güç ve zahmetli olan yayların fiyatı da yükselmişti. Az da olsa İstanbul'daki hevesli gençlerin yay ihtiyacını gidermek için, dış ülkelerden yay getirtip satıldığı da olmuştur.Okçuluk İmalatı: Osmanlılar ilk dönemlerinde Selçuklu ve Germiyan Oğullarının ok ustalarından yararlandılar. Bursa'yı alıp devlet düzenine geçmeye başladıklarında da Karamanlılar, İranlılar ve Çerkes Kölemenlerin ok ve yay ustalarına yüksek ücretler vererek Bursa'ya getirdiler.Ok ustaları Saray'dan başka, dışarıda da ok yapıp satan sanatkarlar bulunuyordu. Dışarıdaki okçu esnafı, Beyazıd'da Okçular Çarşısı denilen yerdeydiler.Oklar kullanıldıkları yere göre; savaş okları, talimhane okları ve atıcı oklarıdır.89 Atıcıların (Kemenkeş) kullandıkları oklar; Pişrev, Yeksüvar, Zergerdan, Karabatak, Haki, Ezmayiş, Puta, İbriş, Gez v.b.Osmanlı'da 1480 yılına kadar, ok yapımında kamış ok kullanılmıştır. Bu kamış, Hindistan'dan gelmekteydi. Bu gelen kamışların içi ağaç gövdesi gibi dolu olup, iki boğum arası uzunluğu, okun boyundan daha uzundur. Gövdesi de kalın olduğu için, iki boğum arası yarıldığı zaman 12-18 ok yapacak kadar parça elde edilmekteydi. Yalnız kamış ok, Hindistan gibi uzak bir ülkeden geldiği için, pahalı olmaktaydı. Bu nedenledir ki atıcılar arasında; "Ok atan altın atar" sözü söylenmiştir.Menzil atışlarında, kamıştan yapılan ok, çamdan yapılan oktan 100 gez (adım) ileri gitmesine rağmen, Osmanlı ok ustaları da çam ve gürgenden ok yapmaya başlayıp, hem dışa bağlılıktan kurtuldular, hem de atıcılığa heves eden gençlerin az para ödemelerine yardımcı oldular.Edirne ve İstanbullu ok ustaları uzun denemelerden sonra, Bayramiç İlçesi'nin Çavuşlar Köyü yakınındaki Üçler Dağı'nda yetişen çamların, ok yapımına çok elverişli olduğunu görerek, bu çamlardan ok yapmaya başladılar.Osmanlı Devleti'nde, özel yapılan ok ve yaylar hariç, halkın kullandığı okların satış fiyatı, kadılar tarafından belirleniyordu.Osmanlılarda okçuluk sporu, hem askerî anlamda bir eğitim ve yarışma olarak hem de sivil anlamda bir spor olarak gerilere giden geleneklere daya^lı, aynı zamanda dönemin gelişmelerine açık organize görünüm sergilemektedir. Osmanlı eski gelenekleri sistemleştirerek bu spor dalında ya^sal, ekonomik, törensel ve finansal koşulların sağlanmasını ve bu şartlara süreklilik kazandırmasını bilmiştir. Aslında bu oluşum, Osmanlı kültüründe mevcût diğer sporları da içeren bir birikimin tamamlayıcı parçasıdır. Günü^müzde pahalı bir spor olan okçuluk, Osmanlı'da imalathanesinden yarış alanına kadar bir bütünlük içerisinde yaşatılabilmiştir.
- Kaynak : Doç. Dr. Özbay GÜVEN
Gazi Üniversitesi, Sporda Psikososyal Alanlar Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Türk Yayı İncelemesi





- Türk Yayı İncelemesi -2- ... >>>


- Türk Yayı İncelemesi -3- ... >>>


-Türk Yay ve Ok Resimleri -1- ... >>>


- Türk Yaylarıyla Ok Testi ve Sonuçları ... >>>


- Bileşik Asya Yayı Yapımı ... >>>


- Make a Bow-Yay ve Ok Yapımı ... >>>


- Mongolian National Archery ... >>>




*= Geleneksel yay yapımında kullanılan balık tutkalı ( fish glue) için akarsu balıklarının hava kesesi iyice temizlenip çorba kıvamında kaynatılır.

**= Dünyanın bilinen en iyi ve en kuvvetli organik yapıştırma maddesi bu balık tutkalıdır.
Tutkal sıcak olmalı ve sürülmeden önce tutkalın sürüldüğü yer de mümkün olduğunca ılık olmalıdır. Mukavemetli ve uzun süreli yapışkan sonuçları için düşük yoğunluk fakat kat kat sürerek tahtanın içine yapışkanın emmesini sağlarız. Bulunduğu takdirde, Mersin Balığının hava kesesi kullanılır ; Balık hava kesesi (bladder) ince parçalara bölünüp 60-70 derecede sıvılaştırılır sonra kendi halinde soğumaya bırakılır ve soğuk olarak saklanır.

4 Temmuz 2008 Cuma

YENİ YAY USTALARIMIZ DOĞUYOR

- Son yıllarda, içimizdeki gerçek ben ortaya çıkmaya başladı gibi geliyor bana. Beni arayıp Osmanlı (Türk) Yay yapımı hakkında bilgi alan arkadaşlar çoğaldı. Ve bu arkadaşlar boş durmayıp çalışmışlar, halada çalışıyorlar. Yay yapıyorlar, ecdadın yaptığı yayları inceliyorlar, inanın ben şahsen çok seviniyorum. İki arkadaşımızın çalışmalarından kısa bir özeti sizin için hazırladım.
.

Tuncay KESKİN ( Tekirdağ ) :
- Tuncay Keskin kimdir ? ... >>>
- Yaptığı osmanlı yaylarını daha da geliştirmek için uğraşıyor. Yaptığı yayları ve okları sizlerede göstermek istedik.


.
.

Ercan ÖZEK ( Edirne ) :

- Osmanlı Yaylarını detaylı inceliyor. Edirne müzesindeki çalışmalarından bir kaç görüntü ve notuda sizlerle paylaşmak istedik.































Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürlüğü
Türk-İslam Eserleri
Silah Bölümü

Envanter kayıt no : 286
Eşyanın sıra no : S. 80 / 279
Geldiği yer : Topkapı Sarayı Müzesi.
Envanterdeki ölçü : 75 – 116 cm
Yapılış tarihi : H.1115
İmzası : İbrahim
Kuram : Normal- tirkeş.
Uzunluk : 113.5 cm
Ağırlık : 340 gr
Deri : 0.02 cm
Sinir : 0.42 cm
Ağaç : 0.42 cm
Boynuz : 0.52 cm
Kabza : 11.6 cm
Sal : 22.02 cm
Kasan : 19.72 cm
Baş : 9.03 cm
Durumu : İçi dışı kırmızı ve yaldızla çiçeklidir, tezhibi yer yer dökülmüştür ve çatlaktır aşırı yıpranmış,yarılmalar var,şişmiş ,bazı yerleri çökmüş (darbe almış olabilir).

9 Nisan 2008 Çarşamba

Osmanlı Okçuluk' ta Liderdi


İngiliz'lerin Türk okçuluğuna hayranlığı ve ilgili internet kaynakları ...



Osmanlı'nın gerileme dönemlerinde belli yönlerden biz Avrupa'ya benzemeye çalışıp hayranlık duyarken onlar da bazı konularda bize karşı hayranlık duyuyorlardı:

Osmanlı Devleti gerek okçuluk teknolojisinde, gerekse bunları en yüksek performansla etkili bir şekilde kullanabilme yeteneği konusunda bir dünya lideriydi. Türk yayları, boynuz ve farklı ahşap malzemlerin büyük bir ustalıkla çok kuvvetli olarak birbirlerine yapıştırılmasıyla imal edilen (hafif ve yüksek mukavemetli) kompozit bir yapıya sahipti. Bu özel kompozit malzemeden yay imalat bilgisi ve imalatta hangi yapıştırıcıların kullanıldığı günümüzde ayrı bir araştırma konusudur...
.
- Yazının Devamı ---> OSMANLI OKÇULUK' TA LİDERDİ ... >>>

-
Kaynak : Erkut Neğiş



20 Mart 2008 Perşembe

ISLIK ÇALAN OKLAR - Türk Mitolojisi -

ISLIK ÇALAN OKLAR :

Sıçan yılında (1204),yazın birinci ayının on altıncı gününde, atlarının üzerinde iki ordu karşı karşıyaydı Cungarya'nın doğusunda.Aygır kuyruğundan tuğlarını her taraftan gözüksün diye mızrak uçlarına asmışlardı.Kara boğa derisinden gür sesli davullar çaldı.Şeftali ağacından oklar terkilendi.
Naymanlar ile Moğollardı bu iki ordu.Cengiz, Büyük Han olmamıştı daha, Temuçin diye bilinirdi.Naymanlar tükenmemişti; Moğollar palazlanmamıştı. İşta bu anda, ordunun hanı, bir tarlafaresi kadar iyi bilmeliydi bozkırı;yıldırım hızıyla emirler vermeli, ok hızıyla uygulatmalı, toprağı süpüren rüzgar gibi sinsi ve karşı konmaz bir taktiği olmalıydı.
Temuçin, düşmanın sayısını kastederek, "Çoğun fazlası zararlı olduğu gibi, azın eksiği de zararlıdır" dedi ve Orhun Irmağı'nı geçip Nahu kayalıklarına doğru tırısa kalktı.Moğollarn Gizli Tarihi'nde yazan emir şöyleydi:
"Biz, sık çayırlık tarzında yürüyeceğiz,/ Deniz düzeninde tertipleneceğiz,/ Burgu usulüne göre saldıracağız."
Bozkırda taktik tek başına kafi gelmez.Bu amansız tabiatta, cesaret, içgüdü, insanın arkaik zamandan kalma tepkileri ve korku başroldedir.Çok güçlüysen korku salabilirsin, bu zor olmaz.Ya da çok güçlüyü korkusuzluğunla yenebilirsin.İşte Orta Asya'nın büyük hakanları ve imparatorları bunu becermiş, insanın en temel ve derin güdülerini dev bir ölüm ve korku canavarına dönüştürebilmiş liderlerdi.Bozkırın psikolojisi böyleydi.
Naymanların başı , Tayang-han, yanındaki Camuha'ya sordu:
"Koyun sürüsünü ürküterek ağıla kadar kovalayan kurt gibi saldıran bu adamlar kimlerdir?" "Alınları bakırdır.Burunları mıknatıstır.Dilleri zımba gibi.Yürekleri demirdir.Kamçıları kılıçtır.Onblar çiğle beslenir.Rüzgarla uçarlar.Savaş günlerinde insan eti yerler.Hareket öncesi insan eti biriktirirler.Şimdi onlar zincirlerinden boşanmış ve zapt edilemez halde, tükürüklerini saçarak neşe ile ileri fırlamışlardır.
" Bozkırda sonsuza kadar kaçamazsınız.Kovalayan atlı, Mançurya'dan başlasa Kırım'a kadar gider.Yıllar sürsede bulur ve yok eder.Bu sürek avı, yok etmek içindir, yenmek için değil. "Mesafenin sonuna kadar, derinliğin dibine kadar" der bir atlı savaşçı diğerine, dostluğunun sınırını anlatmak için.
"Sıçan olarak toprağı delip yerin altında kaybolurlarsa kürek olup toprağı kazıp onları takip ederler.Balık olup denize dalsalar bile ağ olup onları çekip çıkarırlar.Boynu kementli vahşi at gibi, okla vurulmuş geyik gibi kanatlanarak göğe uçsalar, Tanrı'ya çıkmak isteseler atmaca olup onları yakalarlar.
" Step savaşçısı kincidir.Temuçin gibi konuşur:
"Erkekçe intikamla Merkit halkının ciğerlerini parçaladık.Yataklarını boş kıldık, nesillerini yok ettik." Savaşa kalkıştınsa yeneceksin yoksa yok olursun, savaşmıyorsan itaat edeceksin.Temuçin'e daha henüz cılız sayılırken itaat etme kararı alan Kokonaur boyu ileri gelenleri, ona şöyle dedi: "Biz seni Han yapmak istiyoruz.Temuçin, sen Han olursan biz, Düşmanlara karşı öncü olarak yürürüz/ Onların en güzel/ Kadın ve kızlarını,/ Saraylarını, devlet ve uluslarını, /Güzel yanaklı kadın ve kızlarını,/ Güzel bacaklı beygirlerini /Dört nala koşturarak sana getiririz."
Oklar savrulmadan önce, mızraklar gövdeleri deşmeden, atlar birbirine şahlanmadan önce, yürekler çırpışır uzaktan.Tayang-han korkmuştu.Guçuluk-han, babasını suçluyordu, hatta aşağılıyordu: "Gebe bir kadının su döktüğü yere kadar bile çıkamayan, tekerlek yüksekliğindeki buzağının otladığı yere kadar bile gidemeyen..." Temuçin; anası Ho'elun'un insan etiyle beslediği, günde üç yaşlık bir öküzü yiyen, üç kat zırh giyen, üç öküzle çekilen arabaya binen, bir adamı teçhizatı ile yutarsa boğazına bir şey olmayan, bir adamı yutmakla gönlü dolmayan Moğol hanı, çarpışmayı kazandıNaymanları imha etti. E.Canetti, Kitle ve İktidar adlı eşsiz yapıtında, "Moğollar insanları, hayvanları katlettikleri gibi katletmişlerdir" der. "Çldürmek onların üçüncü doğasıydı , tıpkı at binmenin onların ikinci doğası olması gibi.İnsanları katledişleri bir sürek avıydı.Savaşa gitmedikleri zaman ava giderleri."

DOKUNULMA KORKUSU
Bozkıra sonra tekrar gideriz, şimdi bir an için bugüne dönelim; hatta sokağa çıkalım, otobüse, vapura binelim ya da sinemaya gidelim (futbol maçına değil ama).Canetti, dokunulma karşısında duyduğumuz tiksinti ve korkudan söz eder.Sokakta, orada burada, yabancı bir elin vücudumuza değmesi bizde büyük bir gerilim yaratmazmı? Basit bir "pardon" tüm gerginliği yok eder.Ama özür dilenmezse, müthiş bir öfke bir süre tüm benliğimize yayılır.İşte insan bu dokunulma korkusundan ancak kitle içinde kurtulabilir der Canetti.İnsan, kitleye katılmayı arzular.Futbol maçına gitme, taraftar olma, kitleye katılmanın en yaygın yoludur.Bırakın dokunmayı, gol olduğunda herkes birbirinin üzerine çıkar, kitle daha da bütünleşir.Tribünde herkes eşittir, patron ya da işçi, yaşlı yada genç, hepsi aynı kitlenin bireyidir. "Ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik!" Basit bir metafor, rastgele bir tezarühat değildir bu, bütün kitlelerin oluşturduğu ortak duygudur:Ölümüne savaş! Kitle duygusunun en yüksek hissedildiği noktada, ölmemek için öldürme hissini yaratır ya da anımsatır.Futbol, insanın ihtiyacını zararsız bir şekilde verir, yoksa kitlenin korkunç bir güruha dönüşme olasılığı vardır.Holiganizm, Sivas'ta Madımak Oteli'ni yakanlar gibi. Dokunma, hayvansı bir geçmişi anımsatır sanki.Vahşi hayvanlarda ya da insanın vahşi zamanlarında, bilinmedik bir elin dokunuşu, hayatın sonu olabilir.Kitle halinde kaçan antilop sürüsünün içinden birine avcı hayvanın pençesi yetiştiğinde, bu onun için ölüm dokunuşudur.Hayvanlar yavruları ve eşleriyle yuvarlanarak oynaşmayı sever ama bilinmedik bir pençenin (genellikle arkadan ve habersiz gelir) aniden bedenine el atabileceği korkusu da zihinden hiç çıkmaz. "Kitle, korku durumunda bir arada kalmak ister" der Canetti.Kitleyi oluşturanlar, akut bir tehlikeden yalnızca arkadaşlarının yakınlığıyla korunabileceklerini hissederler.Özellikle kaçışlarının ya da koşuşlarının yönünün aynı olmasıyla kitle olmuşlardır.Birlikte kaçan hayvanların ortak inancına sahiptirler.Kendilerini yalnız hissetmedikleri, her bir hayvan (ya da insan) diğeriyle aynı şeyi yaptığı sürece paniğe kapılmazlar.Panik, kitlenin ölüm darbesini aldığı andır.Tıpkı bir orduda olduğu gibi.

BOZKIRDAKİ OİDİPİUS
Hun imparatoru Mete Han'ın başardığı da bundan başka bir şey değildir.Ordu, insanların yapay biçimde bir araya getirilmesinden oluşur, doğası gereği bu kopukluğun giderilmesi gerekir.Emir, bu insanlardan bir kitle oluşturmayı amaçlar.Bunu en iyi yapan korkuyu yok eder ve eşsiz bir orduya sahip olur.Mete'nin öyküsü , bozkır psikolojisinin, baba-oğul düşmanlığının, korku gibi en zayıflatıcı içgüdüden muazzam bir kuvvet yaratmanın öyküsüdür. Mete'nin (Bir yanlış okuma yüzünden Türkiye'de böyle tanındı, asıl adı Bahadır ya da Batır'dır) babası Teoman (Onun asıl adının Tuman yani Duman olduğuu sanılıyor) çok sevdiği bir hatun vardı.Bu hatun kendisine yeni bir erkek çocuk doğurmuştu.Teoman , büyük oğlunu yok ederek , bu çocuğu veliaht yapmak istiyordu.Mete 'yi Yüe-çilere rehine olarak gönderdi.Mete, ordusunu toplayarak Yüe-çilere saldırdı.Ve asla yetişilemeyen atına atladığı gibi yurduna döndü.Babası Teoman sevinir gibi göründü ve bu bahadırlığının ödülü olarak on bin atlı tümenin konutasını verdi. Mete ıslık çalan bir ok icat etti. Atlı askerlerine "Ben nereye ok atarsam, sizde vızıltıyı duyup o yöne ok atacaksınız" dedi. Kim yapmaz ise onun başını keseceğinide bildirdi. Mete ıslık çalan okuyla askerlerini eğitmeye başladı. Avda, ormadna, çölde talim veriyordu.Bir ara döndü ve ünlü aygırının karnına bir ok attı. Buna uymayanların başını oracıkta kestirdi. Sonra çok sevdiği karısına bir ok attı.Yine tereddüt edenler oldu.Onların başınıda vurdurdu.Bu ürkünç sınavlardan geçen ve aynı acımasız benliğe sahip binlerce askerden müthiş bir ordu oluşmuştu. Çok sevdiği başka bir atına, ok atmada tek bir asker bile tereddüt etmedi. Mete bir gün babası ile ava çıktı. Vızıldayan okunu babasına attı.Askerler de ardından Teoman'ı delik deşik etti.Bundan sonra üvey annesini ve kardeşini, babasının tarafını tutan komutanları ortadan kaldırdı. Ve kendisini "Şan-yü" ilan etti. Çin'in küzeyindeki ilk büyük bozkır imparatorluğu kurulmaya başlıyordu.İsa'nın doğumundan iki yüz yıl önceydi. Bu öykü, Çin'in ilk resmi tarihi sayılan "şih-çi" 'de anlatılır.Tarihçilerimizin Büyün Hun dediği Hiyunğ-nu İmparatorluğu'nun kuruluşudur. Baba öldürme, Freudcu Oidipus kompleksinde cinsel dürtülerle izah edilir. Türk mitolojisinde ve Orta Asya'da ise bir bozkır psikolojisidir. Oğuz Destanı'nda da vardır.Kırgız destanlarında da.Alman-Bet, babası Kara-han'ı , Oğuz Destanı'nda olduğu gibi Müslüman olmayı reddettiği için öldürür. Kırgızların diğer destanı Manas'ta Manas Han , babası Yakup Han'ı töreye karşı geldiği için öldürmek ister.Buradaki baba da Teoman gibi "entrikalar" çeviriyordu.Manas Han 'ın oğlu için, ak sakallaı bir ihtiyar çıkıp gelir ve "Bu oğlan kendi elleriyle kendi babasını öldürsün.Bu kadar korkunç bir er olsun!" der. Bozkırda hükümdar olmanın, kendi askerlerine ve komşu hükümdara korku salmanın psikolojisi bu olmalıdır.Atını, karını, hatta babanı öldürmek. Mete'nin ve Cengiz Han'ın ordusu, kitle olmanın mükemmel örnekleriydiler.Ateş gibi hızla yayılan,bulaşıcı, yıkıcı ve arsız.Deniz dalga gibi dalga dalga, ritmik ; su damlalarından oluşan muazzam , tek bütün bir kütle.Tüm oklar bir yağmur gibi yağmalı.Sağanak gibi sayısız, arka arkaya ve hep birlikte.Hitle, buğday başakları ya da Cengiz Han'ın çayırları gibi rüzgarla birlikte aynı yöne eğilir, koşar gibi; tek bir sap bile buna direnmez. Ve rüzgar, tüm solukların tek bir yöne üflemek için birleşmesi gibi kitleyi simgeler. Kitle, rüzgar gibi, gözünmez bir kırbaca dönüşür.Vahşi bir kalabalık gibi kükreyerek gelir rüzgar, sanki görülemeyenler dünyasının ordusu gibi. Mete'nin ıslık çalan oku işte bunu başardı.Ucuna delik açılmış kemik takılan ok, Osmanlı ordusunda da kullanılırdı.Adına "çavuş oku" ya da "kılavuz" denir ve işaret fişeği işlevi görürdü.Mete , bozkırın korkusunu bu okla yendi ve onbinlerce atlıdan , tek bir ıslıkla ateş, deniz, yağmur ve rüzgar gibi görkemli bir kuvvet yarattı. Islık kesilince rüzgar da dindi.

Kaynak : (*)Moğolların Gizli Tarihi ,Çeviren:Ahmet Temir,TTK (3.baskı),Ankara 1995 Yazı: Atlas Dergisi Kasım 2000 sayısından alıntıdır.

Türk Menzil Okçuluğu, Yay ve Okları

- Türkiye' de böyle bir araştırmanın yapılması beni çok sevindirdi, okçuluk tarihimizi hep dışarıdaki insanlardan öğrenmekten bıkmıştım artık.
- Prof.Dr. Atila Bir hocama gönderdiği bu değerli bilgilerden dolayı çok teşekkür ederim.

Not : Yazıların arasındaki figür ve resimler ilave edilecektir.

- ORJİNAL DÖKÜMAN (Türk Menzil Okçuluğu, Yay ve Okları) ... >>> (Free User' a basın, 55 saniye sonra download' a basıp dosyayı bilgisayarınıza indirebilirsiniz.)

Türk Menzil Okçuluğu, Yay ve Okları [1]

Atilla Bir*, Mustafa Kaçar**, Şinasi Acar***

Giriş

Arkeolojik buluntular okçuluk tarihinin, tarih öncesi döneme kadar uzandığını ve bu silahın yeryüzünde çok yaygın olduğunu kanıtlar. Mağara resimlerinde, savaşan ve yırtıcı hayvanları avlayan okçuların tasvirlerine rastlanır. Yay, ok, at ve çadır, Asya steplerinde yaşayan göçer Türk kavimlerinin günlük yaşamında önemli bir rol oynamıştır. Yay ve oklarla teçhizatlı bu kavimler, Göktürkler, İskitler, Avarlar, Moğollar ve Tatarlar gibi, at sırtında yaşar, göç eder ve avlanırdı (Şekil 1).



Şekil 1- Göktürk atlısı.

Erken Osmanlı döneminde, yay ve ok ordunun kullandığı en etkin silahtı. Ancak 16. yüzyılın ortalarından itibaren ateşli silahların güvenirliliği arttıkça, Osmanlı ordusunda geleneksel yay ve okların yerini gittikçe daha etkin hale gelen tabanca ve tüfek almaya başladı. Ne var ki okçuluk, Türklerde terk edilmeyerek önemli bir spor dalı olarak 20. yüzyılın başlarına kadar uygulanmaya devam edildi.



* * * 1 *



Kuralları, seçimle başa geçen yöneticileri ve kayıtlı çok sayıda üyesiyle Osmanlı okçular dergâhı, tarihteki en eski spor kulüplerinin arasına girer. Okçuluk sporunun en önemli özelliklerinden biri, hiçbir ayırım yapmadan çeşitli sınıftan insanları eşit koşullarda bir araya getirebilmesidir. Okçuluk tıpkı hat sanatı, şiir ve müzik gibi eğitimli bir kişinin günlük meşguliyetleri arasına girer ve çok sayıda Osmanlı sultanın temel faaliyet alanını oluşturur. Osmanlı sultanları okçular dergâhının kurucusu, koruyucusu ve destekleyicisidir (Şekil 2).

Şekil 2- Sultan II. Murat (1421–1451), şehzade olarak, elçilerin önünde ok atarken (Hünername Minyatürleri ve Sanatçıları, Yapı-Kredi yay. İstanbul 1969).

Dergâh, okçuluğun uygulandığı ve müsabakaların yapıldığı bir tür kulüp niteliğindedir. Okçular dergâhı, cami ve ek tesisler İskender Paşa tarafından (ölümü 1515) Sultan II. Bayezid (1481–1512) döneminde inşa edilmiştir. Silahtar Mustafa Paşa 1639 yılında Sultan IV. Murad’ın emriyle dergâhı tamir eder ve genişletir. Sultan II. Mahmud döneminde dergâh yeniden tamir edilir. Bir avlu etrafında gelişen yerleşim, bir cami, Hünkâr köşkü, müze ve kütüphane görevi üstlenen meydan odası, şeyh dairesi, mutfak ve hizmet odalarından oluşurdu. Sultan, devlet erkânı ve yabancı ülke elçileri, müsabakaları sultan köşkünden izlerlerdi (bak Şekil 3 ve 4).[2]

* * * 2 *

Hizmet Odaları
Mutfaklar
Hünkâr Köşkü
Hazire
Şeyh dairesi
Meydan Odası
Namazgâh
Helâlar



Şekil 3- Okçular dergâhının Halim Baki Kunter tarafından çizdirilen yeniden tasarımlama planı.


Şekil 4- Dergâhın Carl Gustav Löventhilm tarafından 1820 yıllarında çizilmiş resmi. (Engin Yenal, Bir Zamanlar Türkiye, Bir İsveç Elçisinin 1820’lerdeki Türkiye Albümü, Yapı Kredi yay. İstanbul 2003).

* * * 3*

Osmanlı döneminde hedef ve menzil olmak üzere farklı iki tür atış yapılırdı. Geleneksel hedef atışları, av hayvanlarını ve düşmanı vurmayı amaçlardı. Hedef olarak içi talaş ya da pamuk çekirdeği doldurulmuş torbalar kullanılırdı ve bununla bir okçunun hedefi vurma kabiliyetini geliştirmesi beklenirdi. Menzil atışlarında ise, okun mümkün olabilecek en uzak mesafeye atılması amaçlanırdı. Osmanlı İmparatorluğunun pek çok yerinde menzil atışları yapılabilecek alanlar vardı; ancak, bu alanlar hedef atışları için de kullanılmaktaydı.

İstanbul’da atış alanı olarak kullanılan Okmeydanı, şehrin fethinden kısa bir süre sonra Sultan II. Mehmed’in (1451–1481) emri ile bağımsız bir vakıf olarak tesis edilmiştir. Vakfiyesinde atış alanının, asker ve siviller tarafından ok atışları için kullanılabileceği ve sefer öncesinde toplu ibadetlerin burada yapılabileceği ifade edilir. Sultan II. Beyazid (1481–1512) döneminde ok meydanı istimlâk edilen yeni arazilerle genişletilmiş, saha temizlenmiş ve etrafı kalın bir duvarla çevrilmiştir (Şekil 5).[3]


Şekil 5- İstanbul şehir haritası (1918).

Menzil Taşlarının Yerleri

Her okçunun rüyasında bir nişan taşı dikilerek kutlanan rekor atış yatar. Mevcut rekorları aşma isteği Okmeydanı Şeyhi ve pirlerin iznine bağlıdır. On altıncı yüzyıla kadar rekor atışların sayısı 10 ila 12’yi aşmaz. On dokuzuncu yüzyıldan itibaren bu sayı 50’ye çıkar, olağanüstü atışların kaydedildiği taşların sayısı ise 300’ü geçer ve bu taşları birbirlerinden ayırmak zorlaşır (Şekil 5).[4]


* * * 4 *


Şekil 6- Okmeydanı (bak. Franz Täschner, Alt- Stanbuler Hof- und Volksleben, ein Türkisches Miniature- Album aus dem 17. Jahrhundert, Hannover 1925).

Bir okçu, kendisinden önceki bir rekor atışa ilişkin menzil taşının belirlediği mesafeyi aştığında, okunun düştüğü yer hafifçe kazılır ve geçici olarak çakıl taşları ile işaretlenirdi. Yeni menzil taşı altı ay içinde dikilirdi. Menzil taşlarının büyük bir bölümü mermer sütunlar şeklindeydi ve üzerindeki kitabede okçunun adı, mesleği, atış yönü ve koşulları, atış mesafesi ve atış tarihi verilirdi. Sultan, vezir ve devlet erkânının ok atışlarına ilişkin menzil taşları, dönemin dekoratif stiline uygun olarak oluşturulur ve kitabelerin sözleri ünlü şairler tarafından hazırlanır, yazıları hünerli hattatlar tarafından kaleme alınır ve kabiliyetli taş ustaları tarafından taşa işlenirdi. Bu menzil taşları sadece birer tarihi belge değil, birer sanat eseri niteliğindedir. Günümüzde sadece 25 kadar nişan taşı geriye kalmıştır, diğerleri tahrip edilmiş, gömülmüş ya da temel taşı olarak kullanılmıştır (Şekil 6 ve 7).


* * * 5 *




Şekil 7- Çeşitli menzil taşlarının Carl Gustav Löventhilm tarafından 1820 yıllarında çizilmiş resmi. (Engin Yenal, a.g.e.).

Günümüzde mevcut nişan taşlarının listesi


1- Mehmed Hafid Efendi
2- Bir menzil taşı
3- Feyzi Bey
4- Bir menzil taşı
5- Bir menzil taşı
6- Üç menzil taşı
7- Sultan III. Selim
8- Bilâl Ağa
9- Ok Meydanı namazgâhı
10- Dergâh
11- Hacı Beşir Ağa
12- Sınır Taşı
13- Sultan II. Mahmud
14- Tozkoparan
15- Sultan II. Mahmud
16- Şeyh Hamdullah
17- Sultan II. Mahmud
18- Sultan II. Mahmud
19- Mehmed Kethüda
20- Ahmed Refi
21- Sultan II. Mahmud
22- Bir menzil taşı
23- Hacı Beşir Ağa
24- Sultan IV. Murad
25- İki menzil taşı

* * * 6 *





Şekil 8- Okmeydanı’nda günümüzde mevcut menzil ve sınır taşlarının şehir haritasına işlenmiş yerleri. (Şinasi Acar, “Okmeydanı ve Nişan Taşları”, Yapı, sayı 279, Şubat 2005, s. 80).


* * * 7 *


Okmeydanı’ndaki bazı önemli menzil taşları

Şeyh Hamdullah’ın menzil taşı

Okmeydanı’nda bulunan en eski menzil taşı, menzil sahibi usta bir kemankeş olan Hattat Şeyh Hamdullah’a ilişkindir (1429–1520). Sultan II. Bayezid döneminde Meydan Şeyhliği hizmetinde bulunmuş ve ünlü Tozkoparan İskender’e atıcılık öğretmiştir. Bu taşı, yıldız havasıyla Tozkoparan Menzili’nde attığı 1105,5 gezlik (729,63 m) rekoru kırınca dikmiştir (1 gez = 0,66 m) (bak Şekil 9).

Şekil 9- Şeyh Hamdullah’ın menzil taşı.

Kitâbesi:

Sâhib-ül menzil Hamdullah ibn-üş şeyh
Reîs-ül hattâtîn, şeyh-ür râmiyân
Sene 911 (Milâdî 1505/1506).


* * * 8 *


Tozkoparan İskender’in menzil taşı

Okçuluk tarihimizdeki en büyük kemankeşlerdendir. Rivâyete göre, bir gün Okmeydanı’nda tuttuğu yeni bir yayın kabzasını şevkle sıkınca, kabzayı kaplayan kayın ağacı kabuğu tozu parmaklarına yapışıp yerinden kalkmış. Bunu gören meydan pîrlerinden Yıldırımlı Baba, “Bu pehlivan toz koparan!” demiş ve lakabı öyle kalmıştır. Kuvvetine ilişkin birçok hikâye anlatılır. Yavuz Sultan Selim’in (1512–1520) İran ve Mısır seferlerine katılmıştır. İmparatorluğun çeşitli illerinde 10 ayrı rekor kırmış ve bunların hiçbiri daha sonra aşılamamıştır. En uzun rekorunu, gündoğrusu havasıyla atılan Arkurı Menzili’nde 1281,5 gezle (846 metre) kırmıştır (Şekil 10).



Şekil 10- Tozkoparan İskender’in menzil taşı (1550).

Kitâbesi:
Sene 957 (Milâdî 1550)Sâhib-ül menzil fî-l meydânEllezî ismuhu Tozkoparan


* * * 9 *


Hacı Beşir Ağa’nın menzil taşı

Sultan III. Mustafa (1757–1774) döneminde, 1758’de dârüssaâde ağası olmuştur. Okmeydanı’nda beş adet rekor menzil atışında bulunmuştur. Bu menzil taşı, kuzeybatı rüzgârında Divitçi Menzili’nde 1106 geze (730 m) attığı rekor atışla ilişkilidir (Şekil 11).


Kitâbesi:
Yâ Hak
Âişe Sultân-ı âlişân-ı hayr-endîşeninDergeh-i devlet-meâbı melce-i hayr ü hisânBaşağası ol kerîm-üş şân-ı ismet-perverinMa’rifet-pîşe hüner-endîşe zât-ı kâmurânBinci menzilgâhı iken bu Devâtî MenziliDest-i himmetle hezârân âferin bozdu hemânZîver-i ser-defter etmiş idi gerçi nâmınıÇok zamandır görmedi devrân böyle pehlivânOla devletle resîde menzil-i maksûdunaKaamet-i a’dâsı yârab ola mânend-i kemânDüşdü bir târîh-i cevherden tîr atup Necîb : Dikdi binyüz gezde Hacı Beşir Ağa da nişân,sene 1170, ketebehu-l fakîr el-hâc Ahmed(Milâdî 1756/1757).

.
.
.






The target stone of Beşir Ağa (1757)
Şekil 11- Hacı Beşir Ağa’nın ilk menzil taşı.


* * * 10 *


Kendisi Beşdirek Menzilini poyraz havasında okunu 944,5 geze (623,37 m) atarak açmıştır. Bu menzil taşı tek mermer bloktan oluşur ve bir kaidenin üzerine yükselen beş sütun şeklindedir. Kitabe bölümünün çapı 35,3 cm’dir. Taşın boyu (55 cm kaide, 150 cm sütunlar ve 90 cm kitabe olmak üzere) 295 cm’dir. Bu taş, halk ve kemankeşler arasında “diltaşı” diye bilinir; inanışa göre, her kim başını iki sütun arasına yerleştirip diliyle orta sütunu yalayabilirse, muradına erer (Şekil 12).


.

.
.
.
.
.
.
Şekil.12- Hacı Beşir Ağa’nın menzil taşı 1930 yıllarında
Prof. Klopsteg (sağda) ve mihmandarı tarafından ziyaret edilirken
(P. Klopsteg, Turkish Archery).














Kitâbesi:
Yeksüvârın veter-i kavsine aldıkda hemânNühsad ü çâr ü çil ü nîm gez etdi takrîbMüstakil menzil ü vaz’-ı kademin gördü rumâtAğa ayağı, Ağa Menzili etdi telkibAtdı poyraz ile tevfîk bulup eyyâmıMeskat-i sehmine kondu bu nişân-ı pür-zîbCevherîn harfle târîh dedim ey Sermed :Açdı bu menzil-i âlîyi ol ağa-yı necîb1177 (Milâdî 1763–1764)




* * * 11 *







Bilâl Ağa’nın menzil taşı

Bilâl Ağa (ölümü 1807), Sultan III. Mustafa (1757–1774) döneminde İvaz Mahmud Paşazâde Halil Paşa tarafından ağalığa getirilmiş ve daha sonra III. Selim döneminde haznedarlık makamını elde etmiştir 1787 yılında poyraz havasıyla oku 954 gez (630 m) fırlatmış ve merasimle bu menzil taşını dikmiştir. Usta bir hatiptir ve güzel sesiyle ünlüdür (Şekil 13).



.



.



.



.



.



.



.



Kitâbesi:

Musâhib-i şehriyârîHalil PaşalıHazîne vekîli
Bilâl Ağa’nınAna taşıdır,sene 1202
(Milâdî 1787).


Şekil 13- Bilâl Ağa’nın menzil taşı (1787).


* * * 12 *


Sultan III. Selim’in menzil taşı

Sultan III. Selim (1789–1807) okçuluğa meraklı menzil sahibi bir kemankeşti. Tahta çıktığı yıl kabza aldıktan sonra 1792’de yıldız poyrazıyla 1012 geze (667,92 m) ok atarak kendi menzilini açtı. Şerefine büyük bir ziyafet vererek resimdeki taşı diktirdi. Padişah menzili olduğundan burada başka atış yapılmadı. Kendisi ayrıca divan sahibi bir şair, ünlü bir bestekâr ve iyi bir hattattı (Şekil 14).

Kitâbesi:

Hüsrev-i Behrâm-ı Gûr aht kim
Bir kepâze yayıdır çarh-ı berîn
Şah Selîm Han kim nigâh-ı re’feti
Nâvek-aşubdan hısn-ı hasîn
Tir-veş tab’-ı selîmi müstakîm
Kasr-ı Emr’i dûrdan eyler yakîn
Her hünerde şâh-ı evvel bâhusûs
Yok âna fenn-i şecâ’atde karîn
Alsa deste sanmasuz tîr ü kemân
Zûr-i bâzûdan âna mülk-i yemîn
Şol ukaab-ı tîr-perdir tîri kim
Âşiyânıdır ser-i a’dâ-yı dîn
Zanneder rûy-i kemân elde gören
Mihrdir kim kavs burcunda mekîn
Per-küşâ ile atdı bin hatve tîr
Bî-güman tayyoldu ol tîre zemîn
Menzil-i meydân-ı ömrün medd ede
Sad hezârân sâl Vehhâb-ı mu’în
Yazdı bir mısra’ münîb-i çâkeri
Kazdı mermer üzre çün nakş-ı nigîn
Geldi bâ-İlhâm târîhin dedi:
Şâh Selîm taş dikdi bin gez âferîn
1207 (Milâdî 1792).

Şekil 14- Sultan III. Selim’in menzil taşı.


Sultan II. Mahmud’un Menzil Taşları

Sultan II. Mahmud (1808–1839), saltanatı döneminde okçuluk son parlak dönemini yaşamıştır. Sultan, 1817’de kabza almaya karar verir; altı aylık bir öğrenimden sonra aynı yerde 1818’de törenle kabza alır ve art arda önemli rekorlar kırar. 1829 yılında, yıldız poyrazıyla atılan Cerrah Menzili’nde 11,5 gez (7,59 m) aşırı atıp taş diker; 1832’de 15 gez (9,9 m) ve 1835’te 12,5 gez (8,25 m) aşırı atarak taşını ileri sürer. Uzun, dört köşe sütunun kitabesinde yalnızca ilk iki atışın tarihi verilir. Anıtın en üst kısmındaki dikleme üç kuşkanatlı, ucu tokmaklı tuğ parçası (tepelik), bilinmeyen bir tarihte yok olmuştur (Şekil 15).
Sultan II. Mahmud, yeni bir menzil açmak ister, fıskiyeli havuz biçiminde bir ayak taşı diktirir (bu taş bir süre önce tahrip edilmiş ve parçaları sağa sola atılmıştır); gündoğrusu havasıyla 1215,5 gezlik (801,9 m) bir atış yaparak resimde görülen taşı diktirir. Padişah bir meydan günü kendi menzilinde 10 gez (6,6 m) aşırı atış yapar ve taşını ileri sürer. Dört köşe gövdeli taşın tepesi barok usulü meşale ve ok kuburlarıyla süslüdür, mermer işçiliği olağanüstü güzeldir. Hemen altında nefis bir tuğra bulunur (Şekil 16).


Şekil 16- Sultan II. Mahmud’un 1831 tarihli menzil taşı (Okmeydanı, 19. yüzyıl sonu).

Şekil 15’teki menzil taşının kitâbesi:

Şehinşâh-ı ma’ârif-pîşe Hân Mahmûd-i Cemsâye
Serîr-ârâ-yı şevket şehriyâr-ı ma’delet-mâye
Görüp bu menzil-i pâkizede bir nice tîrendâz
Mahâret arz edip vaz’-ı nişan etmiş bu sahrâya
Şeh-i seyyâre şükür remy idüb yıldız hevâsından
Bozup menzilgeh-i Cerrâh’ı vardı tâ bu mermâya
Hezârân bârekallah ol hıdivv-i kişver-ârâya
Anı bir kabzada onbirbuçuk gez geçdi bâlâya
Hamîde eyleyip kaddin kemân-âsâ kulu Hilmi
Oku târîhini yazdı bu meydângâh-ı ma’nâya
Dedi mısrâ’-ı evvel birle sânîden iki târîh,
Hezârân şerm ile arz etdi dergâh-ı mu’allâya:
Bu demde bozdu müjde Menzil-i Cerrâh’ı Mahmûd Hân
1245 (Milâdi 1829)
Kitabe:

Kemâlât-ı cihânın merkezi Sultan Mahmûd HânKalemde, seyfde, her türlü fende şâh-ı bîhemtâAyak açdı yeniden vâdi-i himmetde şâhâneBuyurdu bil ki mülk-i devleti tecdîd sertâpâOk atdı menzile binikiyüzonbeş buçuk hatveResâ olmuş değildi kimseler bu merkeze aslaElinde hâkî yayı vâr idi kavs-i kuzâh mânendHevâ gündoğrusuydu atdığı ok berk idi güyâErişsin menzil-i maksûda yârab atdığı her okNişangâh-ı hadeng-i hükmü olsun serteser dünyâLisânım gerçi kaasır söyledim Pertev iki târîh:Sütûn üzre yazılsa gösterir her mısra’ın bâlâBu yerden atdı ok sultân-ı kevn eslâfı hep geçdi
Hüner meydânına şâh-ı cihân taş dikdi zîb-efzâ 1247 (Milâdî 1831/1832)

Şekil 16’tıdaki menzil taşının kitâbesi:

Kemâlât-ı cihanın merkezi Sultan Mahmûd Hân
Kalemde, seyfde, her türlü fende şâh-ı bîhemtâ
Ayak açdı yeniden vâdi-i himmetde şâhâne
Buyurdu bil ki mülk-i devleti tecdîd ser-tâ-pâ
Ok atdı menzile binikiyüzonbeş buçuk hatve
Resâ olmuş değildi kimseler bu merkeze asla
Elinde hâkî yayı vâr idi kavs-i kuzâh mânend
Hevâ gündoğrusuydu atdığı ok berk idi güyâ
Erişsin menzil-i maksûda yârab atdığı her ok
Nişangâh-ı hadeng-i hükmü olsun ser-tâ-ser dünyâ
Lisânım gerçi kaasır söyledim Pertev iki târîh:
Sütûn üzre yazılsa gösterir her mısra’ın bâlâ
Bu yerden atdı ok sultân-ı kevn eslâfı hep geçdi
Hüner meydânına şâh-ı cihân taş dikdi zîb-efzâ
1247 (Milâdî 1831/1832)

Şekil 15- Sultan II. Mahmud’un
ilk menzil taşı.








































Sultan II. Mahmud’un 1834 tarihli bir başka menzil taşı

Sultan II Mahmud (1808–1839), 1834 yılında Abdullah Efendi Menzili’nde, menzilin atış koşullarına uygun olarak lodos havasıyla, 80 dirhem yayla, okunu 18 gez (11,88 m) aşırı atarak rekor kırmış ve 1111 geze (733,26 m) bu taşı dikmiştir. Dört köşe gövdeli sütunun tepelik kısmındaki kabartma yapraklar altında bulunan kozalakların mermer işçiliği olağanüstü güzeldir (Şekil 17 ve 18).


Şekil 17- Sultan II. Mahmud’un 1834 tarihli menzil taşı.

Kitâbesi:

Kemankeşlikde yektâ Hazret-i Sultan Mahmûd Hân
Bu meydân-ı hünerde taş dikdi çok nişan bozdu
Selefde pehlivanlar birbirin sebk etdiler gerçi
Serâpâ bunca menzilgâhı hangi pehlivan bozdu
Biri bu menzil-i meşhûr idi bindoksanüç hatve
Bunu tâ onsekiz gez geçdi ol şâh-ı cihân bozdu
Bu rütbe merkez-i i’câza vâsıl olmadı kimse
Kemankeşler bu yolda hayli ok kırdı keman bozdu
Çü takvîm-i kühen çok haşv-i zâid eyledi imhâ
Nice âdât-ı nâ-hemvârı peyderpey hemen bozdu
Hudâ kılsın müeyyed zâtını teyid ü nusretle
Denilsin her tarafda hasmın ol sâhipkıran bozdu
Bu târîhe gelince kimse kaadir olmamış Pertev :
Bu Abdullah Efendi Menzili’n Mahmûd Hân bozdu
1250 (Milâdî 1834).
Şekil 18- II. Mahmud’un 1834
tarihli menzil taşı (ayrıntı).

Osmanlı Okçuluk Kitapları

Osmanlılarda kemankeşlik (okçuluk) konusundaki eserler, genellikle bu sanatı bilen kemankeşler (okçular) tarafından hazırlanmıştır. 17. yüzyıla kadar top, tüfek gibi ateşli silahlarla birlikte en etkili uzak mesafe silahı olarak önemini koruyan kemankeşlik, kavsnâme (yay üstüne), tîrendâzân (okçular), remy (ok atma) adlı risaleler şeklinde, bu dönem Osmanlı askerlik yazımının büyük çoğunluğunu oluşturur[5]. Osmanlılar birçok sahada olduğu gibi, kemankeşlik konusunda da, İslam uygarlığındaki gelişme ve yazımdan etkilenmiştir. Bu etki, okçuluk ile ilgili yazılmış bütün eserlerde kendini gösterir.

İslam dünyasında yay-ok yapım teknolojisi ve okçulardan bahseden en eski kaynaklar, binicilik ve silahşorluk konusundaki Fürûsiyye (süvarilik) risaleleridir. Bunlar kılıç, mızrak, kalkan gibi silahlar yanında ok ve yayın yapımı ve kullanışına dair bilgiler ihtiva eder. Osmanlılarda okçuluk konusunda müstakil ilk eser, 15. yüzyılda hazırlanmış olan Umdetü’l-mutanâsilîn (Nesli sürenlerin önemlileri) adlı kitaptır. Kitap, Ankara’da yaşamış Muhammed bin Şeyh Mustafa tarafından Arapça’dan Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Eser hadislerden hareketle cihadın faziletlerinden, ok ve yay kullanım âdâbından, okçuluğun kurallarından, ok ve yayın ağacından, kirişinden, yapımından ve menzillerden bahseder. Gelenek haline gelen bu üslup, 19. yüzyıla kadar okçuluk hakkında yazılmış Osmanlı eserlerinin tamamında görülür.

Okçuluk hakkındaki ilk Türkçe eser, zamanının ünlü kemankeşlerinden olup sekiz ayrı menzilde rekor kırmış ve menzil taşı diktirmiş olan Hacı Hasan bin Hacı Bahtiyar’ın 1552 yılında kaleme aldığı Ok-nâme adlı kitaptır[6]. Eser öncelikle Fatih Sultan Mehmed devrinden 1552 yılına kadar geçen bir asırlık dönemde ünlü kemankeşlerden ve ok meydanlarından bahsetmiştir. 16. yüzyılın önemli simalarından bir olan Matrakçı Nasuh, Tuhfetü’l-Guzât (Gazilerin armağanı) adlı Türkçe eserinde, savaş usullerinden ve ateşli silah kullanımından bahsetmiş, kitabın önemli bir bölümünü de ok-yay yapımı ve kullanımına ayırmıştır[7].

16. yüzyılın önde gelen tarihçilerinden Gelibolulu Mustafa Âli, Künh-ül Ahbâr (Haberlerin özü) adlı tarih kitabının bir bölümünü kemankeşlik ve kemankeşlere ayırmıştır. Risâle-i Kavsiyye der Beyân-ı Tîrendâzân (Okçuların söylemiyle yaycılık kitapçığı) veya Tirendâzân-ı Nâmvârân (ünlü okçular) adlarıyla ayrı nüshaları bulunmaktadır. Okçuluk konusunda 16. yüzyılın bir diğer önemli eseri, Behram Çavuş tarafından kaleme alınan Kitâb-ı Silahşorân (Silahşorlar kitabı) adlı eserdir. Kitap tamamen ok ve yayların kullanımından bahseder.

Ok ve yay 16. yüzyılda hâlâ savaş meydanlarında vazgeçilmez taarruz silahı olarak kullanıldığından, yukarıda bahsedilen eserler, savaş alanlarında kullanılan darp (vurma) oklarını da ihtiva etmektedir. Spor ve av maksadıyla yapılan okçuluk konusunda 17. yüzyılda kaleme alınmış eserlerin en önemlisi, kendisi de kemankeş olan Mustafa Efendi’nin Kavsnâme adlı kitabıdır. Kitap Arapça kavsnâmelerden, özellikle Memluk silahşoru Tayboga el-Eşrefî el-Beklemişi el-Yunânî’nin (öl.1691) Buöye-tül Merâm, Gayetü’l Garâm (hedefin isteği sevdanın amacı) adlı eserinden derlenerek Türkçe’ye aktarılmıştır. Ok atmanın faziletlerinden başlayıp, okçuluk tarihi, ok talimi, menzil atıcılığı, menzil yayları, darp yayları ve aralarındaki farklar gibi konulardan bahseder.

Osmanlı’da okçuluk konusunda bilimsel yaklaşımla yazılmış ilk eser, 17. yüzyılda yaşayan Kâtip Abdullah Efendi tarafından kaleme alınan Kavâ’id-i Remy (ok atma kuralları) adlı kitaptır. Kendisi de kemankeş olan Abdullah Efendi, eserinde okçuluk konusunda Türkçe, Arapça ve Farsça yazılmış hemen bütün kaynaklardan yararlanarak, ok ve yayın özelliklerinden, çeşitlerinden söz eder ve ok atma tekniklerini anlatır. Bilhassa ok ve yay yapımı, özellikleri, ölçüleri, nişan alma ve atış tekniklerinin anlatılması bakımından, eser büyük önemi haizdir. Abdullah Efendi bu eseriyle takipçilerini büyük ölçüde etkilemiştir.[8]
Şekil 19- Mustafa Kânî’nin Tahlis-i Rasâ’il-ür Rumât (Okçuluk kitaplarının özeti) kitabının ilk sayfası, basımı İstanbul 1263/1847.






















Türk menzil okçuluğu üzerine yazılmış son önemli eser, Sultan II. Mahmud’un Kahvecibaşısı Mustafa Kânî Bey’in Telhîs-i Resâ’il-ür Rumât’ıdır. 1835 yılında Sultanın emri ile eserini hazırlamaya başlayan yazar, eserin adından da anlaşılacağı gibi, kendisinden önceki okçuluk kitaplarının bir hülasasını ortaya koymaya çalışmıştır. Kânî Bey, eserinde gereksiz ayrıntıları atarak okçulukla ilgili bütün bilgileri toplayıp değerlendirmiştir. Özellikle Kâtip Abdullah Efendi’nin Kavaid-i Remy adlı eserinde geniş ölçüde yararlandığı eserini 1838’de bitirmiş, ancak eser 1848’de basılmıştır. Türk okçuluğu hakkında derli toplu bilgi veren eser, konusunda basılmış ilk Türkçe kitap olma özelliğini de taşımaktadır[9] (Şekil 19). Modern okçuluk konusunda Murat Özveri’nin yazdığı Türk Okçuluğu isimli kitap önerilir[10].

Türk Yay ve Oklarının Yapısı

Yayın kurulması
Osmanlı yayları son şeklini 15. yüzyılın başlarında almıştır. Bu yaylar kurulu olmadıklarında ters yöne doğru kıvrılan yaylardır (refleks yayı). Atıştan önce kiriş ya da çilenin takılarak kurulmaları gerekir (Şekil 20 ve 21).
Şekil 20- Yayın kurulması. Şekil 21- 1) Kurulmamış yay, 2) Kurulmaya hazır yay,
(bak P. E. Klopsteg). 3) Kurulu yay.
Şekil 22- Sultan III. Ahmet’in yayı (1703–1730): Bu 109cm uzunluğundaki yay halen Topkapı Sarayı Müzesinde bulunmaktadır. Yayın kabza ve kolları dönemin stiline uygun olarak karmaşık dekore edilmiştir. Niyet-tül gazâ / Kasti’ül a‘dâ. Şevketlû mehabetlû Efendimizin pehlivan olduğu kemandır. / Gazi Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis.

Yay yapımında Kullanılan malzemeler

Farklı enerji depolayan malzemelerin teknik özelliklerini sonuna kadar kullanabilmek için Osmanlı yayları üç farklı malzemeden oluşturulur (bileşik yay). Yay iskeleti ağaçtan, dış tarafı sinir (tendon) ve iç tarafı boynuz türü organik malzemelerden imal edilir. Yay gücü ve esnekliği malzemelerin oranıyla ayarlanır. Çeşitli yay bileşenleri çok kuvvetli bir balık tutkalı ya da çega ile birbirlerine yapıştırılır (Şekil 23).


Şekil 23- Yayın kısımları ve kesitleri.


Okun özellikleri

Türk okları bilinen en kısa (0,7 m) ve hafif (10–18 g) oklardır. Yapımında kayın ağacı, kamış (Hindistan), çam ağacı gibi malzemeler kullanılır (Şekil 24).
Şekil 24- Okun kısımları.
Atış

Ok ayakta ve beş farklı şekilde oturarak atılırdı. Fotoğraflarda ünlü hattat ve kemankeş Necmeddin Okyay (1883–1976) ok atarken görülmektedir (Şekil 23).


Şekil 25- Ok atmanın iki farklı şeklini sergileyen kemankeş Necmeddin Okyay:
a) Ayakta, b) Oturarak.

Atışta kullanılan aksesuarlar

Zihgir ya da Şast
Atış sırasında sağ elin başparmağına takılan ve parmak boğumunu yarılma ve nasırlanmaktan koruyan özel çile germe yüzüğü. Oku gezledikten sonra çileyi başparmak boğumuna yerleştirerek işaret parmağını başparmak tırnağı üstüne kapamaya ‘mandal’ denir (Şekil 26).

Şekil 26- Zihgir:
a- Germe konumu (bak P. E. Klopsteg), b- Zihgir ya da şast (Askeri Müze).
Bilek siperi

Kabzayı tutan sol elin bileğine bağlanır ve hem oku iç kabzaya değin çekebilmeyi, hem de yumruğu oktan korumaya yarayan bir araçtır. 17. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır (Şekil 27).
b- Bir 18. yüzyıl siperi (Askeri Müze).

a- Germe konumunda siper
(Paterson çizimi).



Şekil 27_(a-b)- Bilek siperi.

Talim torbası

Okçuluk talimi talim torbasında başlar ve daha sonra açık havada devam ederdi.
Şekil 28. Talim torbası (J. Hein’den, bak Klopsteg, Turkish Archery, 1934).

Matematiksel Analiz

Matematiksel olarak ele alındığında ok, (x(t), y(t)) düzleminde hareket eden noktasal bir m [kg] kütlesi olarak kabul edilebilir. Eğer sabit yer çekimi vektörü [m/s2] yazılır ve orantı katsayısı k > 0 [1/s] olmak üzere hava sürtünme kuvveti şeklinde [m/s] hız vektörüyle orantılı kabul edilirse, okun dinamik denklemi
(1)
şeklinde yazılabilir (bak Şekil 29).
Şekil 29- Noktasal ok kütlesini etkiyen kuvvetler.
Eğer ok [m/s] çıkış hızıyla ve yatayla a açısı yapacak şekilde fırlatılırsa, m [kg] noktasal kütlesinin koordinat merkezine olan mesafe [m] vektörüyle ifade edilebilir.

Denklemin her iki tarafında m kütlesi kısaltılırsa,
(2)
homojen dinamik denklemin çözümü, ve entegrasyon sabitleri cinsinden,
(3)
şeklinde yazılabilir.
Başlangıç çıkış konumu ve başlangıç çıkış hızı , için, hız vektörü
(4)
ve mesafe vektörüne ilişkin özel çözüm
(5)
olarak hesaplanır.
Başlangıç hız vektörü başlangıç açısı α cinsinden
(6)
şeklinde ifade edilebilir ve eğer ve olduğu göz önünde bulundurulursa, x(t) ve y(t) çözümleri

(7, 8)
olarak elde edilir.
Eğer bu denklemlerden t zamanı yok edilirse, okun (x, y) düzleminde izlediği yörünge Şekil 30’da görüldüğü gibi elde edilir.


Şekil 30- Okun izlediği yörünge.

Özellikle için
. (9)
elde edilir. Belirli bir a fırlatma açısı için, en uzak x(tm) = xm menziline ulaşmak için gerekli zaman
. (10)
olarak bulunur.
En uzak xm menzilinde y(tm) = 0 koşulu geçerli olduğundan
(11)
irrasyonel ifadenin sağlanması gerekir.

En uzak menzile ilişkin en büyük am, çıkış açısını ve bir okun erişebileceği en uzak menzili elde etmek için, okun u çıkış hızını bilmek gerekir. Bir yayda depolanan E potansiyel enerjinin büyük bir kısmı oka kinetik enerji olarak aktarılır. Eğer tipik bir refleks yayına ilişkin kuvvet-çekme miktarına ilişkin eğri göz önünde bulundurulursa (Şekil 31), kütlesi m ve çıkış hızı u olan oka aktarılan kinetik enerjiye eşit depolanan potansiyel enerji, F çekme kuvveti ile Ds kiriş çekme mesafesi çarpımının yaklaşık %75’i olarak alınabilir;
. (17)

Şekil 31- Tipik bir Türk menzil yayına ilişkin kuvvet-çekme miktarı eğrisi.
Eğer bir refleks yaya F = 400 N çekme kuvveti uygulanır ve çekme mesafesinin Ds = s2 –s1 = 0,7 – 0,15 = 0,55 m olduğu kabul edilirse, kütlesi m = 0,014 kg olan bir okun çıkış hızı için
. (18)
hesaplanır.
Sürtünme katsayısı okun kalitesiyle ilgilidir. Burada mantıklı bir değer olarak k = 0,22 s-1 kabul edilmiştir. Eğer başlangıç hızı yukarıda hesaplandığı gibi u = 150 m/s, sürtünme katsayısı k = 0,22 s-1 ve fırlatma açıları a = 30,5º ila 45,5º arasında 3º basamaklar şeklinde alınırsa, x(t) (bak Şekil 32) ve y(t) (bak Şekil 33) değişim değerleri (7,8) ifadelerinden hesaplanabilir ve (x(t),y(t)) yörüngeleri olarak düzenlenebilir (bak Şekil 34). Açıkça görüldüğü gibi en uzak menzil mesafesi a » 36,5º çıkış açısı ve tm » 7,5 saniyede ulaşılan en uzak menzil xm » 500 m olarak elde edilir.


Şekil 32- Bir okun çeşitli a başlangıç açıları için izlediği x(t) değişimleri.


Şekil 33- Bir okun çeşitli a başlangıç açıları için izlediği y(t) değişimleri.


Şekil 34- Bir okun çeşitli a başlangıç açıları için izlediği (x(t), y(t)) yörüngeleri.



Sonuç

Erken Osmanlı döneminde yay ve ok, ordunun kullandığı en etkin silah niteliğindedir. 16. yüzyıl ortalarından itibaren yay ve okun yerini daha güvenilir tabanca ve tüfekler almaya başlamıştır. Ancak, okçuluk terk edilmez ve 20. yüzyıl başlarına kadar önemli bir spor dalı olarak yaşamaya devam eder.

15. yüzyıl ortalarında son şeklini alan Osmanlı yayı, bir refleks yayı niteliğindedir. Bu, kiriş çentikten çıkarıldığında yayın aksi yöne kıvrıldığı anlamına gelir. Osmanlı okları, dünyada kullanıldığı bilinen boyu en kısa oklardır. Ayrıca, ince ve çok hafif olmaları nedeniyle havada uzun süre kalır ve çok uzun mesafelere fırlatılabilirler.

Yayın kirişi gerildiğinde okçunun kas enerjisi bükülen yayda potansiyel enerji olarak depolanır, yayın kirişi serbest bırakıldığında ise depolanan enerji okun kinetik enerjisine dönüşür. Yay yapımcısının amacı, yayda kullanılan malzemelerin dayanabileceği en üst enerji sınırına erişmektir. Osmanlı refleks yaylarının ters bükülme karakteristiği, ilave bir fırlatma kuvveti oluşturur ve okun başlangıçtaki çıkış hızını çok yükseltir. Hava sürtünmesi ve karmaşık Osmanlı yaylarının depoladığı yüksek enerji göz önünde bulundurulursa, bu çalışmada geliştirilen matematiksel modelin ve atılan okla ilişkili yörüngenin, gerçeğe ve tarihsel aktarımlarla uyum içinde olduğu anlaşılır.























-------------------------------------------------























[1] Bu yazı, 24–30 Temmuz 2005 Pekin’de düzenlenen 22.Uluslararası Bilim Tarihi ve Felsefesi Birliği kongresinin, “Osmanlı İmparatorluğu ve Milli Devletlerde Bilim ve Teknolojinin Yayılması” konulu bilgi şöleninde sunulan konferansın Türkçe çevirisidir.
* Prof. Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi, Elektrik Elektronik Fakültesi, e-posta: bir@itu.edu.tr
** Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, e- posta: mkacar@istanbul.edu.tr
*** Y. Müh., Eskişehir Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, e-posta: sacar@zeytinoglu.com.tr
[2] Halim Baki Kunter, Eski Türk sporları Üzerine Araştırmalar, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul 1938.
[3] Ünsal Yücel, Türk Okçuluğu, yayına haz. Dursun Ayan, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara 1999, s.68–84.
[4] M. Şinasi Acar, İstanbul’un Son Nişan Taşları, Arkeoloji ve Sanat Yay. İstanbul 2006.
[5] E. İhsanoğlu, R. Şeşen, vd., Osmanlı Askerlik Literatürü Tarihi, c. 1, ed. E. İhsanoğlu, IRCICA, İstanbul 2004, s. 3.
[6] Hacı Hasan b. Hacı Bahtiyar, Ok-nâme, Taksim Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet yazmaları, nr. O 122.
[7] Matrakçı Nasuh, Tuhfetü’l-Guzât, Ali Emiri yazmaları, askerlik, nr. 219.
[8] Ünsal Yücel, Türk Okçuluğu, s. 32.
[9] Ünsal Yücel, a.g.e, s. 33. Telhis-i Resail-ür Rumat üzerinde Batılı araştırıcılardan ilk olarak J. Hein tarafından incelenmiştir. (Bogenhandwerk und Bogensport bei de Osmanen, Der Islam, cilt. XVI (1925), s. 289–360; cilt XV (1926), s. 233–294). Bu çalışmaya dayalı olarak P. Klopsteg’ Türk okçuluğu üzerine (Turkish Archery and the Composite Bow, Illinois 1947) adlı bir kitap hazırlamıştır.
[10] Murat Özveri, Okçuluk Hakkında Merak Ettiğiniz Her Şey, İstanbul 2006.